Cuma, Aralık 07, 2007

Yaşam Kalitesi

Bugünkü Cumhuriyet Gazetesinden Öztin Akgüç'ün yazısını aşağıya ekliyorum.

- - - - - - - -

YORUM
ÖZTİN AKGÜÇ
Yaşam Kalitesi

Ekonomik kalkınma, büyüme, zenginleşme söylemine, edebiyatına karşın gerçekten yaşam kalitesi yükseliyor mu? Bu konuda yalnız kendi ülkemde değil, gezdiğimiz, bulunduğumuz yabancı ülkelerde de gözlem yapmaya, geçmişle karşılaştırma yapmaya çalışıyorum. Genelde yaşam kalitesinin düştüğünü gözlüyor ve düşünüyorum. Beğeniler, davranışlar kuşkusuz değişiyor, ancak kalitenin yükseldiğini savunmak zor, küreselleşmenin etkisi, iletişimde daha yaygın ve belirgin. Anlayabildiğim kadarı ile TV programları bile yerel bazı farklar dışında birbirinin benzeri...

Oturumlar, geyik muhabbeti türünden söyleşiler, tartışmalar, diziler, reklamlar, hatta yarışma programları bile hemen hemen birbirinin kopyası; genelde yayınlar reklam ağırlıklı; haber kanalları dışında haberler bile araya sıkıştırılıyor; sanat, kültür, klasik Batı müziği ağırlıklı programlar hemen hemen yok gibi. Bizdeki yaygın bir tanımla ara ki bulasın. Her alanda ticarileşme, metalaşma, nasıl olursa olsun para kazanma tutkusu, iletişim kalitesini, doğal olarak yaşam kalitesini de düşürüyor. Düşünsel ve duygusal yaşam yok oluyor; fiziksel yaşam, içgüdü ağırlıklı yaşam ön plana çıkıyor. Aşk bile salt cinselliğe, cinsel dürtülere indirgeniyor. Fizyolojik gereksinimlerin karşılanması, doyumu, daha kaliteli bir yaşam mı ifade ediyor? Kaldı ki fizyolojik gereksinimlerin karşılanması konusunda da kuşkularım var. İnsanlığı bir bütün olarak aldığımızda fizyolojik gereksinimlerin daha iyi karşılandığını savunmak da zor.

Birleşmiş Milletler raporlarına göre, bir milyardan fazla insanın açlık sınırında yaşadığı, günde 16-18 bin çocuğun açlıktan öldüğü bir dünyada, fizyolojik gereksinimlerin daha iyi karşılandığını iddia etmek, bana pek inandırıcı gelmiyor. ABD'nin büyük şehirlerinde ve Londra'daki manzaraları, insanların mağaza kapılarında, içerlek vitrin önlerinde metronun geçiş yerlerinde gecelemelerini, bu kez Paris'te daha yaygın olarak gözledim. Kalın mukavva altlıklarla kirden renkleri pek belirlenemeyen yorganları ile hava karardıktan sonra geceleme yerleri arayan ya da belirledikleri yerlere yerleşen insanların sayısının arttığını gözledim.

Marka rantı ile marka bağımlılığına, daha değerli demiyorum daha pahalı malları almayı, yükselmeyen hizmet kalitesine daha yüksek bedel ödemeyi refah sayıyoruz. Kaliteli yaşam anlayışımız marka kullanmakla, savurganlıkla özenti ile gösteriş ile, gösteriş harcamaları ile sınırlı... Böyle bir yaşamı, düşünsel ve duygusal bir yaşamla bütünleşmediğinde, kaliteli diye nitelendirmek yanıltıcı.

İnsan yaşamını kaliteli hale getirmek için değer yargılarının, eğitim sisteminin değişmesi gerekir. Sanat ağırlıklı ve çevreci bir eğitim sistemi, insanları sanatla ilgilenmeye yönlendirici, çevreyi korumaya özendirici ve bu alanlarda uygulama ağırlıklı bir eğitim, kaliteli yaşam için gerekli. Çocuklara bilgisayar kullanmasını öğretiyoruz. Bunun yanı sıra niye bir müzik aleti çalmasını, ağaç, çiçek yetiştirmesini, çevreyi korumasını öğretmiyoruz. Kapitalizmin istediği, gereksinme duyduğu türden yalnız üretim aracı olarak kullanılan insan tipinden duygusal, düşünsel yaşamı zengin, yaratıcı bir insan tipine neden yönelmiyoruz? Bu tür bir değişim, hem insan yaşamına anlam ve kalite katar, hem çevrenin daha iyi korunmasını sağlar; tüketim açısından da daha dengeli bir yaşama yol açar.

Kapitalist bir eğitim tarzı, büyük şirketlerin yarattığı marka rantı, fiyat şişkinliği, insanları yönlendirici reklam harcamaları, düzeysiz medya, ne yazık ki insan yaşamını daha değerli ve kaliteli hale getirmiyor.

Hiç yorum yok: