Onbir senedir doğa içinde kendi kendine yeten, asgari düzeyde dışa bağımlı, asgari maddi harcamayla sürdürülebilir bir hayat nasıl olur kurguluyorum. Birincil önceliğim hiçbir zaman çevreyi korumak olmadı. Önceliğim sisteme dahil olmamak, üretmediğini asgari düzeyde tüketmek, müzik ve edebiyat temelli basit bir hayatla mutlu olabilmekti. Hala da böyle.
Yakın çevremde ve iş çevremde köyün delisi olmaya, tek olmaya alıştım, "delilik" ve yalnızlık çok umurumda değil. Son günlerde BLOG dünyasında biraz daha fazla vakit geçirebiliyorum ve sevinerek görüyorum ki BLOG dünyasında farklı "delilik" seviyelerinde birçok DOST var. İnternetteki yazıların bir çoğu son birkaç sene içinde yazılmış. İnternet erişiminin kolaylaşması bunda bir etken ama hızlı ve zincirleme bir uyanışın olduğunu düşünüyorum. Kimi benim gibi gidişatın gidişat olmadığına uyandığı için, kimi çevresel kaygılardan dolayı farklı bir yaşam arayışında. Sonuçta geldiğimiz yer aynı.
Yuva (Home) belgeseli hakkında bir yazı yazmış ve izlemeyenler için belgeseli indirebilecekleri bir linki daha önceki yazımda vermiştim.
Bugün bir BLOG'dan diğerine, o bağlantıdan bu bağlantıya gezerken Leo Murray'in hazırladığı Wake Up, Freak Out - then Get a Grip (Uyan, Kafayı Ye, Sonra da Aklını Başına Topla) adlı kısa animasyon filmi fark ettim. 11:34 dakika süren bu animasyon film nasıl herşeyin birbirine bağlı olduğunu, bağlardan birinin bozuması halinde nasıl zincirleme ve artan etkide bir değişim olacağını çok güzel anlatıyor.
Bazılarımız, ki malesef bunlar çoğunluk, farkında değil ama Dünya'nın nasıl bir geleceği olacağını belirleyecek olan kuşak bizleriz. Animasyon filmde bu gerçek şu çarpıcı cümle ile veriliyor. "Bizden önceki kuşaklar bu sorun hakkında hiç birşey bilmiyorlardı. Bizden sonra gelecek olanlarınsa bu konuda hiç birşey yapmaya güçleri yetmeyecek." Animasyon filmde zincirleme etkinin 10-20 sene içinde herşeyi nasıl geri çevrilemez hala getireceği anlatılıyor. 10-20 sene... Normal koşullarda bir çoğumuzun ve/veya çocuklarımızın hayatta olacağı bir süre bu. Çözüm için önerilen "DAHA AZ TÜKETMEK" (CONSUME LESS). Yıllar önce Alternatif Yaşam Planlamasını anlattığım birine "Yani özetle "Less is More" (Az olan daha çoktur)" dedim. (İngilizce terimler ve kelimeler ile kendimi ifade etmeyi sevmem, kendimi böyle ifade etmem de ama bazı insanlara anlayacakları dilden konuşmak gerekiyor.) Bana cevap olarak "Less is More mimaride ve dekorasyonda yalınlık esastır anlamına gelir" dedi. Üstelemedim. Doğru neye, nereden baktığınıza bağlı olarak değişebilir.
Bu günlerde her yerde tıkanan ekonomiyi canlandırmak için tüketime teşvik edici afişler görüyorum. Evet mevcut sistemde ekonominin ayakta kalması, firmaların faaliyetlerine devam etmesi, işten çıkarmaların olmaması için birileri tüketmeli. Kilit nokta mevcut sistem. Değişim aile, birey düzeyinde başlayacak. İnanıyorum ki Alternatif Yaşam Planlaması da dahil olmak üzere internet üzerinde keşfettiğim ve henüz keşfedemediğim aile, birey bazlı sistem dışı girişimler, zaman içinde bir manifesto haline gelecek bilgi ve uygulama bilgisine sahip olacak. Bu bilgi birikimi ve örnek yaşamlar henüz sistem dışı bir yaşamı hayal edemeyenler ve Dünya için bir umut olacak.
Bu noktada gerçekliği bir tartışma konusu olan 100 Maymun olarak bilinen bir araştırmadan bahsetmek istiyorum. 100 Maymun konusunda Kiraz Gökırmak'ın aşağıya eklediğim çevirisini kullandım. İlgilenenler konu ile ilgili tartışmalarında olduğu Ingilizce metni linkinden okuyabilirler.
- - - - - - -
“The Hundredth Monkey’, yani ‘Yüzüncü Maymun’ isimli kitapta Macaca Fuscata denilen bir maymun türü üzerinde yapılmış 30 yıllık bilimsel bir araştırma projesi anlatılır.
Japonya’daki Koshima adasında vahşi bir maymun kolonisi yaşıyordu
ve bilim adamları onları kumların üzerine bıraktıkları tatlı patateslerle besliyorlardı. Maymunlar tatlı patatesleri seviyor, ancak kumlu ve kirli olarak yedikleri için durumlarından çok da hoşnut olmadıklarını belli ediyorlardı. Bir gün, Imo adlı sekiz aylık dişi bir maymun tesadüf eseri
patatesini suya düşürdü ve kumlarından arınan patatesin daha lezzetli olduğunu keşfederek o günden itibaren patateslerini yıkayarak yemeye başladı. Bunu gören annesi ve oyun arkadaşları da Imo’nun yöntemini öğrendiler ve onlar da diğer maymunlara öğrettiler. Kısa bir süre içinde birbirlerini taklit eden bir sürü maymun patateslerini yıkayarak yer hale geldi ve bilim adamları yaşananları 1952-1958 yılları arasında kayda geçtiler. 1958 yılının sonbaharında Koshima adasında patatesleri yıkayarak yiyen maymunların sayısı “Kritik Kütle” diye adlandırılan sayıya ulaştı, artık hemen hemen tüm maymunlar patatesleri yıkıyorlardı. Bu olay bir tek Koshima adasında yaşansaydı, maymunlar arasında bir tür iletişim olduğu düşünülebilir ve araştırma bu şekilde sürebilirdi. Ancak, aynı anda çevre adalardaki maymunlar da patateslerini yıkayarak yemeye başladılar, hatta Japonya’nın anakarasındaki Takasakiyama’da bile...
Onca maymun bilinen hiçbir şekilde iletişim kurmuş olamazdı ve bilim
adamları ilk kez böyle bir olayı gözlemliyorlardı.
Sonunda, bu adalar boyunca uzanan bir tür morfogenetik yapı ya da
alanın varlığı nedeniyle maymunların aralarında iletişim kurduklarını ileri sürdüler.”
Kesin sayı değişmesine rağmen 100 Maymun fenomeni sınırlı sayıda insan tarafından öğrenilen yeni bir bilginin, o topluluğun bilinci içinde kalabileceği yönündedir.
Fakat öyle bir nokta vardır ki bir kişinin daha yeni bilinç düzeyine ulaştığında, güçlenen bilgi alanı neredeyse herkes tarafından alınır.
- - - - - - -
100 Maymun araştırmasında olduğu gibi yeteri sayıda insan, ki Türkiye için bu sayının 1000 olduğunu düşünüyorum, Alternatif bir hayat yaşadığında oluşan ortak bilinç ve evrene yaydıkları enerji diğer insanların da Alternatif bir yaşamın mümkün olduğunun farkında olmasını sağlayacak.
Son bir not. Leo Murray filminde oluşacak iklim mültecilerinin İngiltere'ye sağınmaya çalışacakları ve bu sığınmacıların Ingilizler tarafından "öldürülmek zorunda" kalacakları yönünde bir öngörüde bulunmuş. Yuva belgeselini seyrettikten sonra "Aslında bir bakıma iyi olacak, eden bulacak, küresel ısınmadan en çok etkilenenler, küresel ısınmaya en çok sebep olan çılgın kapitalistler ve diğer ulusları sömüren rahatına düşün uluslar olacak" diye düşünmüştüm. Bu görüşümde hala ısrarcıyım. Olası iklim değişiklerinden Toroslarda keçi kılı çadırda yaşayan yörük mü daha çok etkilenir yoksa yapay setlerle ayakta tutulmaya çalışılan deniz seviyesinin altındaki Rotterdam'da yaşayan biri mi? Ne dersiniz?
1 yorum:
bence bu kıyımdan en fazla maddi açıdan biçare fakir halklar etkilenecek. sömürücü kısmına ölümcül zararlar gelir mi o konuda şüpheliyim.
Yorum Gönder