Salı, Kasım 28, 2006

Büyümek

Günlüğümüz 4. ayını tamamlıyor. Öyle aşırı bir giriş talebi göreceki, herkesin ilgisini çekecek bir içerik yapımız olmamasına rağmen 800 giriş aldık şimdiye kadar. Ve amacımız için ilk adımlar beraberinde yeni yazarlarımızı da getirdi.

Birkaç yıldır görüşemediğimiz bir dostu tekrar kazanmak çok önemliydi. Bunda günlüğümüzün katkısı olacağı aklımıza gelmezdi. Ama şimdi eski bir dostumuz, üstüne birde yeni yazarımız oldu. Büyümeğe başlıyoruz artık. Aramıza hoşgeldin Ahmet.

Alternatif Hayatı Düşünürken Günlük Hayatın Kısa Tanımı

Sabahın yedisinde başlayan günlük maratonunuz, saat onsekiz sularında mesainin bitmesiyle bitmemiş, akşam trafiğiyle yeni ve zorlu bir parkura daha başlamıştır.
Şansızsanız, bireysel krallığınızın tahtırevanı otomobilinizde, aynı radyonun aynı programını dinleyerek, yavaşça eve ulaşmayı hayal ediyorsunuzdur. Şanlıysanız, servisin bir köşesinde o hep hasret kaldığınız uykunuzla erken buluşmanın kısa ama tatlı keyfini yaşıyorsunuzdur.
Hangi yoldan gelirseniz gelin, akşamların açıldığı tek kapı o sıcak, o sözünüzü dinleyen evinizdir.

Topuklarına basarak çıkarıdığınız ayakkabılarınızı öylece bırakıp, sırtını yaslayarak oturmanın verdiği rahatlığı önceden hissederek doğruca salondaki kanepeye atarsınız kendizi. Televizyon kumandası dün akşam uyuyakaldığınız yerdedir, yani az önce kendinizi bıraktığınız yerde. Sevinirsiniz, yoksa “şimdi kim kalkıp alacak kumandayı”. Şöyle bir iki bakarsınız kanallara. Önce haberler. Ne olmuş bitmiş memlekette. Biran kendizi duyarlı hissedersiniz. Gündemden haberli, içinde bulunduğu dünyanın farkında. Ama çok geçmeden sıkılır, kafanızı dağıtacak, boş anlamsız bir yerli dizinin hayatınıza benzer yanlarında bulursunuz kendizi. Zaman geçmektedir. Karnınız acımakta, yapılacak işler sizi beklemektedir. Ama o kanepe,
sanki iyice sizi içine çekmekte. Kanepe sizi içine çektikçe, rahatlıyacağınıza, sırtınız ağrımaya başlar. Çünkü geçen zaman
yapılacak işlerin baskısını iyice artırmaktadır omuzunuzda. Kumandaya son bir çare bakar, sizi beş on dakika daha oyalacayacak bir program bulmaya çalışırsınız ama olmaz. Of puflarla kalkarsınız, sıcak,
yumuşak yerinizden. Odanıza doğru sallanırsınız, ama resmen sürünerek. Günlük “aklı başındalık” köstümünüzü çıkarır, bir eşofman altı, bir de “sweat shirt”ten bozma akşamlığınızı giyersiniz. Artık gerçekten eve gelmişsinizdir.

Temel ihtiyaçlar herşeyin önüne geçmiştir ama ne yiyeceğim sorusu zaten aç olan midenizin başınıza vurmasına sebep olmaktadır. “Hep aynı hep aynı kardeşim, bunun hapı ne zaman çıkacak” diye söylenirsiniz,
daha dün akşam söylenmemiş gibi. İlgisizlikten günü geçmiş buzdolabınadır ilk hamle. “Bakim varmı hazırda bişey hemen ayaküstü” der ve buzdolabının kapısını refleksif açarsınız. Taşlaşmış bir pizza dilimi, asiti gitmiş litrelik açık bir kola, solmaya yüz tutmuş bir iki yeşillik, bir iki bira. Düşünmeye başlarsınız, ama hala dolabının kapağı açıktır, görecek olduğunuzu görmenize rağmen. Gerçekten baktığınızdan değil, orda geçen süre açlığınızı bir süre unuttuğunuz içindir. Buzdolabının soğukluğunun böbreklerinize hafiften vurmasıyla artık karar vermeniz gerektiğine karar verirsiniz. Ama makarnayla, sabahki gibi kahvaltımsı bir hızlılık arasında kalmışsınızdır. Vaktiniz dar olduğu için bu akşam da kahvaltımsıyı seçersiniz. Hızlıca yer, ani bir doygunluk yaşarsınız. Bir sonraki hamle çantadaki sigarayadır. Ama bu kez buzdolabındaki gibi zaman kaybedilmez. El yordamıyla paket bulunur, tereddütsüzce sigara yakılır, ve o tatlı nefes ciğerlere doldurulur. Şimdi iyice evinizdesinizdir.

Birbirine o kadar zıt, birbirini bir o kadar tamamlayan temel ihtiyaçlar, sırayla kendilerini hissettirmektedir. Sarı ışık veren
ampüllerle ambiansı tamamlanmış tuvalete doğru, yavaş ama emin adımlarla ilerlersiniz. Siz yürürken bütün dünya flulaşıp arka fonda kalmıştır. Şimdi sadece o anlatılmaz keyif dakiları, gününe göre kitap yada mizah derginiz, sigaranız ve klozetiniz kalmıştır ön planda. Az sonra günün bütün ağırlığını üzerinizden atacaksınızdır tam manasıyla. Haz, rahatlık, boşluk, dinginlik, kaygısızlık hep biraradadır. Artık iyice evinize yerleşmişsinizdir.

Sifonun çekilmesindeki o şarıltılı gürültülü, flulaşmış dünyayı tekrar berraklaştırıp aklınızın kadrajına sokmuştur. Hemen bilgisayarınıza gidip bu görüntüye daha yakında bakmak için, pasaportsuz sınırlar ötesi yolculuğunuza açılırsınız, tek tuşla, seyahat aracınız “browser”ınızı cam kenarı koltuk yaparak. Kaptan şoförün o çekilmez “doldurma kaseti” yerine, “winamp”ın “shuffle”ına emanet müzik eşliğinde. Bir-iki e-posta, bir-iki web sayfası, bir-iki blog, bir-iki yararlı-yararsız bilgi, bir-iki masaüstüne “mouse”la boş kare çizme hareketinde sonra neyle uğraşılması gerekiyorsa onla uğraşmaya geçersiniz. Termo-dinamiğin sınırlarını zorlayan bünyenizle, potansiyelinizdeki son enerjinizi, kinetiğe aktarırsınız. Manivelanız, klavyedir, dayanak noktası “mouse”. Kızaran gözlerinizdeki acıyı derin bir esnemenin ardından hissedersiniz. Akabinde sigaradan dolayı kültablası kıvamına gelmiş ağzınızdaki acılığı. Kısılan gözleriniz, yatağın dayanılmaz çekiciliğini her açıdan görebilmektir her nasılsa. Esneye esneye gittiğiniz lavaboda, diş fırçanıza macunu sürer sürmez, küçük çişinizi yapmaya başlarsınız. Aynı anda diş fırçalamayı da başararak! En çok bunu sevmektesinizdir. Ve yan gözünüzle aydaki
yansımasınıza gururla bakmaktasınızdır. “Çişimi yaparken diş fırçalıyorum.” Ne büyük zaman tasarrufu! Kazandığınız zamanın rahatlığında usulca yatağa süzülüverirsiniz.

Ve artık evinizle bir bütün halidesinizdir. Hiç olmamış gibi. Bugün hiç yaşanmamış gibi.
Yarın bunlar yaşanmayacakmış gibi…

Pazartesi, Kasım 27, 2006

Tarıma giriş

Aslında bu işin başını çekenlerden biri de ziraat mühendisi olmalıydı. Şu an için yok ama. Biri aramıza katılana kadar kendi çabamızla, azar azar tarım öğrenmemiz gerekecek bu nedenle.

Bilim ve sanat terimlerini içeren bir kılavuz hazırlamış Türk Dil Kurumu. Bunların arasında Tarım terimleri de var. Az bilen bizler için iyi bir başlangıç olabilir.

Su ve suyun geri kazanımı ile ilgili yazılarımızdan sonra arazinin sulanması ile ilgili Tarım Bakanlığının bir yayına buradan ulaşabilirsiniz.

Tarımsal mekanizasyon olarak adlandırılan tarım aletlerinin kullanımı ile ilgili bir yayına da buradan ulaşmak mümkün.

Perşembe, Kasım 23, 2006

Paranın Yeteneği Araçlaştırması...

Her canlı yeteneklerle donatılmıştır.
kimi çok yükseklerde uçabilir,
kimi keskin gözlere sahiptir, kimi rüzgarla yarışır.
Öte yandan hiçbir canlı sahip olmadığı bir işlevi gerçekleştiremez,
gerçekleştirmeye de çalışmaz doğal olarak.

Doğanın her türe biçtiği ayrı bir rol vardır, her canlı yetenekleriyle
bu rolu yerine getirir.
İnsan da diğer canlılar gibi doğanın bir parçasıdır ve belli
yeteneklerle donatılmıştır.
Bu yeteneklerden en önemlisi akıl ve akılla öğrenmedir.
Binlerce yıllık geçmişinde insanlık sürekli öğrenerek, çalışarak
aklını geliştirmiş,
sahip olduğu yetenekleri hep bir adım öteye taşımıştır.
Fakat yetenek yerine para kullanan tek canlı yine insandır.
Parayı aklın bir eseri ilk önce yaşamı düzenlemek için bir araç olarak
kullanmışsa da, yine insanın kurnazlık yeteneğiyle hayatın amacı haline dönüştürmüştür.

Paranın araçlıktan çıkıp amaca dönüşmesi neyi ifade eder?
İlk olarak yeteneğin satın alanıbilmesine yol açar. Fakat yeteneği
bünyesine doğalmışcasına ekleyerek değil, yeteneğe sahip kişiyi kullanarak elde etmek yoluyla satın alır. Bu da ilk etkisiyle ilkel olarak, en kolay insanın bedenin satılıp
alınabileceği bir durum oluştumuştur ki gelişmiş akıl yeteneği olmayan insanlar, işlevsel ve içgüdüsel olarak bedenlerini yeteneğe dönüştürürler. Bu da ahlaksızlık ve erdemsizliğin
temel sebebir.
İkinci olarak, geçmişten bugüne kadar akıl yeteneğiyle yaratılmış bütün
değerleri anlamsız kılar. Akıl yeteneği gelişmiş üretken bir insan, paraya ulaşmak için, ürüne
dönüştürdüğü bu yeteneğini, para sahibi birine satmak zorunda kalır. Para sahibi kişi, insanlık
değerleriyle donatılmışta olabilir, olmayabilirde. Bu durumun doğurduğu en büyük sonuç, modern kölelik düzenidir.

Klasik anlamda kölelik, bir kişinin para karşılığı tamamen bir
başkasının himayesinin altına girmesiydi. Köle olan kişi, sahibinin tüm isteklerini yerine
getirmek zorundaydı ve asla kendi iradesi gibi bir kavram söz konusu
değildi. Modern kölelikte ise durum biraz daha farklı fakat özünde
aynı. Modern köle, sahip olduğu yada eğitim ve öğretimle elde ettiği
yetenekleri para sahipleri için faydalı ürünlere dönüştürür ve bunun karşılığında
çalışmadığı saatler dışında "gönlünce yaşama" hakkı elde eder. Yani gönlünce geçireceği bir kaç saat için, saatlerce bilinçli yada bilinçsiz, para sahibine kölelik yapmaktadır.

Modern köleleliğin bir diğer farklı yanı ise kölenin yetenekleri
doğrultusunda gelişmesinin sağlanmasıdır. Bu kölenin kendisi için
güzel şeyler yaptığını düşünmesine yol açarken, aslında para sahibi
için verimliliğinin artması anlamına gelir. Verimliliğin artması, para
sahibinin daha çok para elde etmesine, daha çok parada daha fazla
sahip olabilirliğe yol açar. Daha fazla sahip olabilirlik lüksü
yaratır. Lüks sonucu, para sahibi haketmediği ürün ve yeteneklerin
bile sahibi olur ki, bu çelişki köleliğin daha da derinleşmesi ve içselleşmesine sebep olur.
Yeteneği karşılığı sahip olma hakkı elde edenler, kendilerini farkında
olmadan bu lükslere sahip olma düşleri içinde bulurlar. Tek doğal
sahiplikleri yetenekli bedenleri olduğu için daha çok, kapasitelerinin
üstünde daha çok çalışarak bu lüksleri elde etmeyi hedeflerler.
Kapasitenin üzerinde çalışmak, para sahiplerini işine geldiği için,
para sahipleri, yetenek sahiplerine bu lüksleri doğalmış gibi gösterir
ve adını standart koyarlar. Yetenek sahibi, aşırı çalışmasıyla bir
lüks elde edebilir. Fakat hiçbir zaman para sahibi kadar lüks
içerisinde olamayacaktır. Çünkü birilerinin çalışması gerekmektedir.

Bir süre sonra, yetenek sahibi, lükslere ulaşmanın para sahibi olmakla
mümkün olduğunu düşünmeye başlayacak ve az para eden yetenek ve
ürünlerinin anlamını unutup, bütün düşüncesini paraya yoğunlaştıracak,
parayı amaç edinecektir ve böylece düzen döngüsünü tamamlayıp
sürekliliğini sağlamış olacaktır.

Şimdi bu noktada parayı ortadan kaldıralım ve bu yazdıklarımızı
yeniden yazalım. Her insan yeteneklerini keşfeder ve bu doğrultuda
hayat için, hayatı için anlamlı şeyler yapmaya başlar. ortaya koyduğu
ürünleri, kendi ihtiyaç duyuduğu ürünler karşılığında, başka
insanlarla değiştirir. Böylece herkesin farklı yeteneklerini geliştirmesinin doğal zemini
hazırlanırken, karşılıklı dayanışma ile herkes için anlamlı bir hayat yaratılmış
olur. Yetenekler sonucu elde elde edilen ürünlerin, yine bir başka
yetenek ürünüyle değişimi, lüks yerine ihtiyaç kavramını yaratır.
bunun nedeni, yetenek -ihtiyaç lişkisinde yatmakdadır.

Temel anlamda herkesin hayatını sürdürmek için temel ihtiyaçları
ortaktır, yemek, üremek gibi. Bu ihtiyaçların sınırı bellidir. Bunların
yanında, kişinin ürün ortaya koymak için başka yeteneklerden ihtiyaç
duyduğu ürünler olacaktır. Basit bir örnekle bir demirci çelik için
sadece su, ateş, örs ve çekice ihtiyaç duyarken, bir mühendis,
makinası için sadece çeliğe değil, yakıt, elektronik aksam gibi birçok
şeye ihtiyaç duyar. görüldüğü gibi ihtiyaçları yetenek
şekilendirmektedir. Böylece, sahip olmanın ilk yolunun yetenek sahibi
olmak gerekliliği garanti altına alınmış olur.
Bu gereklilik, yeteneklerini hergün pratik edilmesine, pratikte
yeteneklerin gelişmesine, yeteneklerini gelişmesi de insanlığının
gelişmesine neden olur. Gelişmişlikle hayat kolaylaşırken, çalışan
herkes ömrünün sonunda iyi bir hayat yaşadIğı düşüncesiyle dünyadan
ayrılır.

Yazan: Ahmet Duran

Cumartesi, Kasım 11, 2006

Fikrimize yukarıdan bakış

Alternatif yaşamı, öncelikle birey olarak başarmak için yapıyoruz planlarımızı. Her birimiz ayrı fikirler üretiyor, bilgimizi ortak bir yerde birleştirmeye çalışıyoruz. Çünkü bilgi güçtür ve paylaştıkça daha güçlü oluruz.

Bireysel planlamaların zorluğu düşünüldüğünde, bir ulus için gerekli planlamanın yapılması çok daha büyük bir öenme sahip olacak ve üstün bir çalışma gerektirecektir. Biraz yukarı çıkıp, dünyaya bakınca, bazı ülkelerin de aynı biz bireyler gibi alternatif yaşam için uğraştığını farkettim. Bu ülkeler arkalarında bir ulusu sürüklüyorlar.

Dün Mustafa Kemal'in başını çektiği bir grup insanın, bir ulus için planlayıp sunduğu alternatif yol; bugün benzer şekilde Che ve Fidel'in öncülük ettiği bir akımla, çok daha uzak bir yerlerde devam ediyor.

Gelir artısı olarak bizden tek farkları ellerindeki petrol olan, bunun yanında bizden birçok eksiği olan Küba birkaç yıldır hiç durmadan pozitif üretim yapan; kaynak kullanımını en aza indiren ve gelişime önayak olan politikalar izliyor. Bu farklı yaklaşımlarını gösteren iki haberi ilgili sitelerden (haber1 haber2 haber3) okuyabilirsiniz.

Bizim ülkemiz de 57 yıl öncesine kadar böyleydi.

Salı, Kasım 07, 2006

Paulownia: Kaçış İçin Kaynak Olabilir Mi?

Bahçe kurma düşüncesini tetikleyen üründü Paulownia. Paulownia Bahçesi uygulanabilirliğini, kavak, zeytin, bodur elma, badem ve ceviz bahçesi uygulanabilirlikleri izledi.

Dolmuşla işe giderken gördüğüm “Dünyanın En Hızlı Büyüyen Ağacı” ilanı ile Paulownia’yı fark ettim ve internette araştırmaya başladım.
Çin Kavağı da denmekte, kerestesi için yetiştirilen bir ağaç.

Lafı uzatmayıp, yaptığım araştırmalardan sonra geldiğim noktayı özetlersem:

- 7 sene sonra kesim yapılacak şekilde 4x4 metreye dikim yapıldığımda 1 hektara 625 ağaç ekiliyor.
- 7 sene sonra doğru bakılan bir ağaç ortalama 1 metreküp kereste verebiliyor.
- 1 metreküp Paulownia kerestesi birim fiyatı ortalama 200-400 dolar.
- 3 hektardaki ağaç sayısı 1875 ağaç, %10 kayıp olursa 1700 ağaç kalacaktır.
- Metreküp bedeli usd 200’den, 1700 ağaçtan elde edilecek gelir 340.000 dolar, kabaca 500.000 YTL.

Bu işin maliyeti nedir?
- Arazi bedeli: Tarla vasıflı, plantasyon amaçlı kullanılacak bir arazinin ortalama bedeli 20.000 YTL ile 30.000 ytl arasında.
- Fidan başına 9 YTL’den 1875 fidan 16.875 YTL.
- Kuruluş aşamasındaki arazi dikime hazırlama, tel çevirme, kuyu açma, dikim ve diğer masraflar yaklaşık olarak 15.000 YTL.
Toplam masraf 50.000, 60.000 YTL yi buluyor.

50.000 YTL yi %15 yıllık faizden 7 sene bankada tutarsam kabaca 135.000 YTL gelir sağlıyorum. Paulownia yetiştirirsem 500.000 YTL kazanabiliyorum. Benzer bir proje çalışmasını Türkiye Paulownia Sitesinde bulabilirsiniz. Benim projem biraz daha aralıklı dikim ve 7 sene yetiştiricilik üzerine hesaplandı.

Bu hesaplamayı 2002 yılında yapmıştım. O sene yukarıdaki Paulownia projesine başlasaydım, şimdi ağaçlarım beş yaşında olacak ve tahmini değerleri 150.000 doların üzerinde olacaktı.

- Şimdi birikmiş kaç liram var?
- Hiç, hatta bir dünya borcum var.
- Bir beş sene daha geçse kaç lira biriktireceğim?
- Yine hiç para biriktiremeyeceğimi söyleyebilirim. Savurgan biri olduğumdan değil, sistemin içinde yer alanlardan biri olduğum için para biriktiremeyeceğim. Modern Kölelik gelir sistemi buna göre düzenlenmiş.

Kağıt üzerinde işler yolunda göründüğü zaman hemen midem bulanır.
- Bu kadar gelir elde ediliyorsa niye kimse bunu yapmamış? Memlekette bir akıllı ben miyim?
Bu düşünceyi karşı düşünce izler.
- Milli Piyango oyunlarından her ay beş, on kişi milyoner oluyor, onları da tanımıyorsun ve onlardan da haberin yok.
Bu düşünceyi karşı düşünce izler.
- Acaba George Orwel, 1984 romanında haklı olabilir mi? Milli Piyango aslında bu ikramiyeleri hiç vermiyor mu?
Ve yine başladığım yere geri dönerim:
- Bu kadar gelir elde ediliyorsa niye kimse bunu yapmamış? Memlekette bir akıllı ben miyim?

Paulownia ile ilgili daha detaylı bilgileri

Türkiye Paulownia sitesinde ve Paulowniaci sitesinde bulabilirsiniz.

Paulownia üzerine yazılarım devam edecek.

Günün Kitabı : Büyük Zen Düğünü / Charles Bukowski
Günün Albümü : Guns and Roses / Apettite for Destruction


04/Mayıs/2007 Notu: Paulownia üzerine araştırma yapanların Paulownia Bahçesi Başarısızlık Mı Olurdu yazımızı da okumalarını tavsiye ederiz.

Çarşamba, Kasım 01, 2006

Alternatif yaşam için hazır olmak

Geçtiğimiz hafta sonu basit bir doğa yürüyüşü için arkadaşlar ile buluştuk. Üzerimizde fazla malzeme alma gereği duymamıştık çünkü bu sadece bir tepe tırmanışı olacaktı ve gidecegimiz patika ve yollar belli ve hazırdı.

Tüm bu kolaylıklar ile tepeye tırmanma başladı ve inişle birlikte 4 saat kadar sürdü. Doğayla tekrar içiçe olmak çok zevkliydi, iyi insanlarla birlikte olmak da öyle. Ancak yürüyüş bittiğinde birkaç soruyu yanıtlamam gerekiyordu.

O kadar ayaklarım ağırdı ki, dönüş yolunun aşırı dik olması ve botlarımın ayağıma henüz uyum sağlamamış olmasına bağladım nedenini. Oysa herşeye hazır olmak gerekiyordu alternatif yaşam için. Bilgisayar başında geçen saatler, hantallaşan kaslar; hergün yapılan 15 dakikalık sporun çok da yeterli olmadığını acıta acıta anlattılar o akşam. Hazır mıydı ellerimiz dikenlere ve nasırlara; hayır.



Fotoğrafta görülen dikenli teller tam bugünkü durumu anlatıyor aslında: "Öteki tarafa geçebilmek için biraz acı çekmek gerekiyor".

Bu tırmanışları, kampları daha sık yapmak gerekiyor; yalnız istemekle olmuyor, fiziksel olarak da hazırlanmalıyız yeni bir yaşam tarzına.

Sadece Alternatif Bir Çılgınlık Mı?

Alternatif Yaşam Planlamasını sadece mevcut sisteme karşı daha yaşanabilir, daha insansı bir çözüm olarak mı düşünüyorsunuz?

Yiyecek ve içecekleri zincir marketlerden alıyoruz.
Elektriği TEDAŞ sağlıyor,
Yakıtı benzin istasyonlarından alıyoruz.

Parasıyla değil mi? Neye ihtiyacımız varsa, verir parasını alırız.

Ya paranın satın alma gücünün kalmadığı bir gün gelirse? Ya sadece kendi kendine yetmesini bilenler hayatta kalabilecek ise.

The Day After Tomorrow (Yarından Sonra) filmini seyretmiş miydiniz? Televizyonda da birkaç kez yayınlandı. Hadi be, yok artık, ne gerek var dediğim bir çok yeri olan Holywood yapımı bir film olmasına rağmen, filmin konusunu oluşturan iklim değişikliği, bilim çevrelerinde raporlar ile filmde anlatıldığı şekilde sunulmakta. Filmi hatırlatmak adına çok kısa bir özet verirsem: Buzullardaki erime okyanus suyunun tuzluluk oranını etkiler, Dünya birkaç hafta içinde yeni bir buzul çağıda girer. Kuzey yarıkürede kalan ülkeler tamamiyle buzlar altında kalır ve halkları yok olur. Amerika Birleşik Devletlerinin Güney Eyaletlerinde yaşayanlar, Meksika’ya sığınarak kurtulabilirler.

Ani, beklenmedik ve tüm dünyayı etkileyecek bir felaket karşısında birey olarak ne kadar hazırlıklıyız?

Arkadaşlarım arasında neden Alternatif Yaşam Planlaması yapmamın/yapmalarının gerekliliğini konuşurken, olası felaket senaryolarından bahsettiğimde:
- Aniden buzul çağına girdiğimizde, sen bahçende “domates” yetiştirerek hayatta kalmayı mı düşünüyorsun?
- Senin kümes felaketten muaf mı?
- Alternatif Bir Yaşamın var diye felaketten sen etkilenmeyecek misin?
soruları ile gelmekteler. Etkilenmemek mümkün değil. Tabii ki, bir felaket senaryosunda tarım yapılamaz hale gelecek ve hayvanlar ölecek.

Biz şehirlerde yaşayan insanlar; kaçımızın evinde onbeş günden fazla gıda temin edebilme imkanı var? Şehir yaşamı böyle, gıda stoklamaya gerek yok.
Doğuda kar yolları kapadığında, altı ay insanların dış dünya ile bağlatıları kalmıyor. Yolları kapandı diye açlıktan ölen bir köy halkı var mı?

Dünyayı etkileyecek olası felaket seneryolarında şehirde, apartmanlarda, trafikte olup yağmanın ve kaosun içinde kalmak mı iyi? yoksa kendi bahçenizin içindeki evinizde olmak mı?

- Sonunda ölecek isem, niye bunu geciktireyim?
- Sonun ne zaman olacağı belli mi? Neden ilk darbede yıkılayım? Direnebildiğim kadar direnmem gerek ve belirli bir zaman sonra eğer şartlar düzelirse, yeniden başlayabileceğim bilgi, yetenek ve donanıma sahip olmam gerek.

Soğuk savaş döneminde Amerika’da yüzbinlerce insan nükler saldırı ihtimaline karşı sığınak yaptırmış, benim anlattıklarıma da böyle hastalıklı bir düşünce olarak bakabilirsiniz.

Ben büyük resme baktığımda; kendi kendine yeten, sağlıklı, stressiz, doğa ile barışık, zamanını doğanın hızına göre düzenleyen ve olası felaket senaryolarında sistem insanlarından birkaç adım önde bir hayat görüyorum.

Günün Kitabı : 2012, Marduk ile Randevu / Burak Eldem
Günün Albümü : Nirvana / Nevermind

Özgürlük, Esneklik ve Alternatif Bir Yaşam

Alternatif Yaşam Planmasını yazmaya başladığımızda çevireceğimiz bir kaç yazıdan biriydi Sue Robishaw’ın yazdıkları. Alternatif Yaşam oluşturmayı başaran insanlardan yaptığımız ilk çeviri Özgürlüğe Giden Yol yazıları idi. Sue Rabishaw ve eşinin kurduğu alternatif yaşam, Özgürlüğe Giden Yol ailesinin yaşamından epey farklı. Rabishaw’lar şehirden uzak, doğanın içinde bir alternatif yaşam oluşturmuşlar. Çıkış noktaları benim düşündüklerim ile paralel. Az olan daha çoktur. Sue Rabishaw, yazdığı kitaplarından ve eşi ile yaptıkları ağaç heykellerden gelir sağlamakta.

Sue Rabishaw’un sitesinden özet bir çevirisi yapacağım ilk yazı, Freedom, Flexibility and An “Alternative” Life başlıklı yazı. İsteyenler metnin İngilizce aslını okuyabilirler.

ÖZGÜRLÜK, ESNEKLİK VE ALTERNATİF BİR YAŞAM

Fatura yok. Çiftliğimizi alıncaya kadar çalıştık, gücümüzün yettiği kadar bir yer aldık. Suyumuz rüzgar tarafından pompalanmakta, elektriğimiz güneş ışınlarından. Isınma sistemimizin bir kısmı güneş tarafından karşılanmakta, diğer kısmı odun ateşi ile karşılanmakta. Ocağımız güneş ışığı, odun ve bazen de tüp ile çalışıyor.

Ana aydınlatma kaynağı olarak güneş enerjisi ile çalışan 12 voltluk Floresan lambalar kullanmaktayız. Şarjlı lambalar evin tamamını kapsayacak şekilde çeşitli yerlere yerleştirilmiş durumda. Dingin bir ortam istediğimizde arasıra mum yakıyoruz.

Buzdolabının olmazsa, olmaz bir ürün olmadığını fark ettik. Kilerimizin ve yeraltı mahzenimizin ısısı yılın yarısından fazlasında birkaç derece seviyesinde. Yılın kalan yarısında da ısıları birçok gıdayı koruyacak düzeyde. Buzdolabı yerine yapacağımız masraf, evinizin arkasına yapacağınız bir kiler ve bir mahzen yapım masrafından fazlası olmayacak.

Aylık sabit ödemeleri olan bir telefon hattımız var. Geçim kaynağımız olan e-mail ve web sitemiz için telefon hattı gerekli. Fakat telefonun bir seçenek olduğunun farkındayız. Gelir sağladığımız web sitesi yerine, gelir elde edeceğimiz farklı bir hayat seçebilir ve telefon hattımızı iptal ettirebiliriz. Geçmişte telefonsuz bir hayat yaşamıştık. Fakat şimdilik telefon mevcut yaşam tarzımızın bir parçası.

Gıda ihtiyacımızın büyük bölümünü bahçemize ekdiğimiz ürünlerden ve doğada kendiliğinden yetişen ürünlerden karşılıyoruz. Bazı ürünleri dışarıdan satın alıyoruz. Sadece kendi yetiştirdiklerimiz ve topladıklarımız ile de yaşamak bir seçenek. Bunu denedik ve gayet güzel yaşadık. Dışarıdan aldıklarımız bir şık ve biz bunu seçtik. Şimdilik.

Şehirden ve etkinliklerden uzak yaşıyoruz. Ulaşım bedeli masraflarımız arasında önemli bir oran tutuyor. Bizim için yeni bir araba on yaşın altında, her koşulda, uzun yıllar bizi taşıyabilecek bir araba. (1984 model Rampage ile 150.000 milden fazla yaptık) Elektrikli melez bir araba kullanma rüyamız hala sürüyor. Ayaklarımız ve bisikletlerimiz sık kullandığımız seçenekler. Arabasız yaşamayı seçebilirdik, şehre daha yakın bir yerde yaşlamayı seçebilirdik. Toplu ulaşım imkanlarının olduğu bir yerde yaşamayı seçebilirdik. Fakat biz burada yaşamayı seçtik ve burada yapabileceğimizin en iyisini yapmaya çalışıyoruz.

Arabamız için sadece zorunlu trafik sigortamız var. Paraya vergilerimizi ödemek için ihtiyaç duyuyoruz. Sağlığımızın ve malvarlığımızın sorumluğunu kendimiz alıyoruz ve asgari düzeyde bir sigorta ödüyoruz. Doğa ile uyumlu yaşamayı ve çalışmayı seçtik, Doğa’ya karşı değil. Sağlığımız ve inançlarımız bunu yansıtıyor.

Kazanmak zorunda olduğumuz asgari düzeyde bir para var. Bu miktarı asgari seviyede tutmamız bize ne zaman, nerede, nasıl ve kimin için “çalışıcağımızı” seçme özgürlüğü veriyor. Çalışma hayatına yeni başladığımız yıllarda, çalışma azmimizin olduğunu belirterek, doğru dürüst para verilmeyen, hatta nerede ise hiç para verilmeyen, işlerde çalıştık. Bu işlerde birçok arkadaş edindik. Ne kadar çok kazandığımızdan ziyade, işde ne kadar mutlu olduğumuz ve ne kadar yaratıcı olduğumuz önemliydi.

Bir şey satın almak istediğimizde, satın almak istediğimiz şeye vereceğimiz para için ne kadar çalışacağımızı ve ne kadar enerji harcıyacağımızı hesaplıyoruz. Alternatifleri değerlendiriyoruz. Kendimiz yapabilir miyiz? Diye düşünüyoruz. Gerçekten istediğimiz bir şeyi alamadığımız hiç olmadı. Eğer birşey bu kadar önemli ise, para bulunacaktır.

İnsanlık olarak yaşama mutluluğunu, dünyanın sihrini unuttuk. Hayata dair birçok Alternatif var. İzlenecek bir çok yol ve birçok uğraş var. Önemli olan bulutları görebilmek, kuşları izlemek, yıldızları fark etmek, rüzgarı hissetmek, dünyanın kokusunu almak, ağaçları görmek, yağmurda ıslanmak.

Elektrikli ekipman ve ev aletlerine karşı değiliz. Çamaşır makinamız ve kurutucumuz olmadan yaşamak istemiyoruz. Ağaç işlerinde kullandığımız elektirikli aletler birçok işi daha kolay ve kısa zamanda yapmamızı sağlıyor. Fakat el aletlerini de hala kullanıyoruz ve işimizi görüyor. Kurşun kalem ve kağıt masada bilgisayar ve yazıcı ile yan yana duruyorlar.

Hayatı seviyoruz, üretme tutkusunu ve macerasını seviyoruz, öğrenmeyi seviyoruz. Büyük bir kimya firmasında çalışan, şehrin saygın bölgesinde yaşayan, birçok akşam dışarıda yemek yiyen, takım elbise ve gece elbisesi giyen karı kocadan farklıyız biz.