Sabahın yedisinde başlayan günlük maratonunuz, saat onsekiz sularında mesainin bitmesiyle bitmemiş, akşam trafiğiyle yeni ve zorlu bir parkura daha başlamıştır.
Şansızsanız, bireysel krallığınızın tahtırevanı otomobilinizde, aynı radyonun aynı programını dinleyerek, yavaşça eve ulaşmayı hayal ediyorsunuzdur. Şanlıysanız, servisin bir köşesinde o hep hasret kaldığınız uykunuzla erken buluşmanın kısa ama tatlı keyfini yaşıyorsunuzdur.
Hangi yoldan gelirseniz gelin, akşamların açıldığı tek kapı o sıcak, o sözünüzü dinleyen evinizdir.
Topuklarına basarak çıkarıdığınız ayakkabılarınızı öylece bırakıp, sırtını yaslayarak oturmanın verdiği rahatlığı önceden hissederek doğruca salondaki kanepeye atarsınız kendizi. Televizyon kumandası dün akşam uyuyakaldığınız yerdedir, yani az önce kendinizi bıraktığınız yerde. Sevinirsiniz, yoksa “şimdi kim kalkıp alacak kumandayı”. Şöyle bir iki bakarsınız kanallara. Önce haberler. Ne olmuş bitmiş memlekette. Biran kendizi duyarlı hissedersiniz. Gündemden haberli, içinde bulunduğu dünyanın farkında. Ama çok geçmeden sıkılır, kafanızı dağıtacak, boş anlamsız bir yerli dizinin hayatınıza benzer yanlarında bulursunuz kendizi. Zaman geçmektedir. Karnınız acımakta, yapılacak işler sizi beklemektedir. Ama o kanepe,
sanki iyice sizi içine çekmekte. Kanepe sizi içine çektikçe, rahatlıyacağınıza, sırtınız ağrımaya başlar. Çünkü geçen zaman
yapılacak işlerin baskısını iyice artırmaktadır omuzunuzda. Kumandaya son bir çare bakar, sizi beş on dakika daha oyalacayacak bir program bulmaya çalışırsınız ama olmaz. Of puflarla kalkarsınız, sıcak,
yumuşak yerinizden. Odanıza doğru sallanırsınız, ama resmen sürünerek. Günlük “aklı başındalık” köstümünüzü çıkarır, bir eşofman altı, bir de “sweat shirt”ten bozma akşamlığınızı giyersiniz. Artık gerçekten eve gelmişsinizdir.
Temel ihtiyaçlar herşeyin önüne geçmiştir ama ne yiyeceğim sorusu zaten aç olan midenizin başınıza vurmasına sebep olmaktadır. “Hep aynı hep aynı kardeşim, bunun hapı ne zaman çıkacak” diye söylenirsiniz,
daha dün akşam söylenmemiş gibi. İlgisizlikten günü geçmiş buzdolabınadır ilk hamle. “Bakim varmı hazırda bişey hemen ayaküstü” der ve buzdolabının kapısını refleksif açarsınız. Taşlaşmış bir pizza dilimi, asiti gitmiş litrelik açık bir kola, solmaya yüz tutmuş bir iki yeşillik, bir iki bira. Düşünmeye başlarsınız, ama hala dolabının kapağı açıktır, görecek olduğunuzu görmenize rağmen. Gerçekten baktığınızdan değil, orda geçen süre açlığınızı bir süre unuttuğunuz içindir. Buzdolabının soğukluğunun böbreklerinize hafiften vurmasıyla artık karar vermeniz gerektiğine karar verirsiniz. Ama makarnayla, sabahki gibi kahvaltımsı bir hızlılık arasında kalmışsınızdır. Vaktiniz dar olduğu için bu akşam da kahvaltımsıyı seçersiniz. Hızlıca yer, ani bir doygunluk yaşarsınız. Bir sonraki hamle çantadaki sigarayadır. Ama bu kez buzdolabındaki gibi zaman kaybedilmez. El yordamıyla paket bulunur, tereddütsüzce sigara yakılır, ve o tatlı nefes ciğerlere doldurulur. Şimdi iyice evinizdesinizdir.
Birbirine o kadar zıt, birbirini bir o kadar tamamlayan temel ihtiyaçlar, sırayla kendilerini hissettirmektedir. Sarı ışık veren
ampüllerle ambiansı tamamlanmış tuvalete doğru, yavaş ama emin adımlarla ilerlersiniz. Siz yürürken bütün dünya flulaşıp arka fonda kalmıştır. Şimdi sadece o anlatılmaz keyif dakiları, gününe göre kitap yada mizah derginiz, sigaranız ve klozetiniz kalmıştır ön planda. Az sonra günün bütün ağırlığını üzerinizden atacaksınızdır tam manasıyla. Haz, rahatlık, boşluk, dinginlik, kaygısızlık hep biraradadır. Artık iyice evinize yerleşmişsinizdir.
Sifonun çekilmesindeki o şarıltılı gürültülü, flulaşmış dünyayı tekrar berraklaştırıp aklınızın kadrajına sokmuştur. Hemen bilgisayarınıza gidip bu görüntüye daha yakında bakmak için, pasaportsuz sınırlar ötesi yolculuğunuza açılırsınız, tek tuşla, seyahat aracınız “browser”ınızı cam kenarı koltuk yaparak. Kaptan şoförün o çekilmez “doldurma kaseti” yerine, “winamp”ın “shuffle”ına emanet müzik eşliğinde. Bir-iki e-posta, bir-iki web sayfası, bir-iki blog, bir-iki yararlı-yararsız bilgi, bir-iki masaüstüne “mouse”la boş kare çizme hareketinde sonra neyle uğraşılması gerekiyorsa onla uğraşmaya geçersiniz. Termo-dinamiğin sınırlarını zorlayan bünyenizle, potansiyelinizdeki son enerjinizi, kinetiğe aktarırsınız. Manivelanız, klavyedir, dayanak noktası “mouse”. Kızaran gözlerinizdeki acıyı derin bir esnemenin ardından hissedersiniz. Akabinde sigaradan dolayı kültablası kıvamına gelmiş ağzınızdaki acılığı. Kısılan gözleriniz, yatağın dayanılmaz çekiciliğini her açıdan görebilmektir her nasılsa. Esneye esneye gittiğiniz lavaboda, diş fırçanıza macunu sürer sürmez, küçük çişinizi yapmaya başlarsınız. Aynı anda diş fırçalamayı da başararak! En çok bunu sevmektesinizdir. Ve yan gözünüzle aydaki
yansımasınıza gururla bakmaktasınızdır. “Çişimi yaparken diş fırçalıyorum.” Ne büyük zaman tasarrufu! Kazandığınız zamanın rahatlığında usulca yatağa süzülüverirsiniz.
Ve artık evinizle bir bütün halidesinizdir. Hiç olmamış gibi. Bugün hiç yaşanmamış gibi.
Yarın bunlar yaşanmayacakmış gibi…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder