Cuma, Aralık 25, 2009

Morfik Alan ve Morfik Rezonans



"Kritik Kütle" üzerine daha önce bir yazı yazmıştım. Özetle bir adada patatesleri yıkayarak yemeyi öğrenen maymun topluluğundaki maymun sayısı belirli bir sayıyı aştığı anda farklı adalardaki maymunların da patatesleri yıkayarak yedikleri gözlenmiş. Sonuç olarak, bu adalar boyunca uzanan bir tür morfogenetik yapı ya da alanın varlığı nedeniyle maymunların aralarında iletişim kurduklarını ileri sürülmüş.

Morfik Alan ve Morfik rezonans konusu ile ilgili bir bilgiyi "Suyun Gizli Mesajı" kitabında da okudum. Dr. Rupert Sheldrake'in çalışmalarının anlatıldığı bölümden birkaç alıntı yapayım.

"Bir olay tekrarlandığında, morfik bir alan oluşuyor ve bu morfik alanla kurulan rezonans aynı olayın tekrarlanma olasılığını artırıyordu."
"Olayın olduğu bölgeye morfik alan, benzer olayların tekrarlanması olgusuna ise morfik rezonans adı veriliyordu."
"Herhangi biri, bir konuda farkındalık yaşadığında, başka insanların da aynı konuda farkındalık yaşama olasılığı artmaktadır."
"Teorinin önemli noktası da şudur: Morfik rezonansın bir kez yayılmaya başlaması, tüm uzayda ve zamanda genişlemesi demektir. Yani, mekanda oluşan bir morfik alanın, anında bütün diğer yerler üzerinde de etkisi olur; sonuçta da değişim bütün dünyada anında yaşanır."


Benzer bir morfik alanın Türkiye'de Alternatif Yaşamı seçen aile sayısının belirli bir kritik rakama (1000 aile mesela) ulaşmasından sonra topluma hızla yayılacağını düşünüyorum.

Perşembe, Aralık 24, 2009

30 Litrelik Biyodizel Makinası

Bir ürün yada makina kullanımı kolay, yararlı ve maliyet avantajı sağladığı halde genele yayılmamışsa neden sorusu aklıma takılır. Neden kimse kullanmıyor?

Biyodizel konusunda daha önce birçok araştırma yaptım ve blogda yazılar yazdım. Daha önce yazdığım Biyodizel faydalı mı? Gıda ekimi için ayrılacak tarım arazilerinin biyodizel üretiminde kullanılacak tohumların ekimi için kullanılması ne kadar doğru? sorularını bir yana bırakarak geçen gün internette gezinirken gördüğüm biyodizel makinası üzerine birkaç şey yazmak istiyorum.

Mersin - Silifke'de bir biyodizel makinası üreticisinin web sayfasından bir alıntı yapayım.
- - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - -

Evlerimizde biodizel üretimi 5 saate 30lt lik makinayla artık cok kolay....

Bu makina Yardımı ile evlerinizde kullanılan atık yağlardan (restoran,lokanta vs.) dizel yakıt 1 ytl gibi bir fiyata üretmek artık çok kolay hale geliyor....

Dizel Matik tam otomatik çalışmaktadır. Sadece başla tuşuna basmanız yeterlidir. 5 saat sonra gliserini ayrılmış, yıkanmış, kurutulmuş 30 lt biodizel aracınızda kullanılmaya hazırdır

30lt Satış Fiyatı: 2500 YTL


NOT:Biodizel yakıt maliyeti, Bitkisel Yağ lt fiyatının üzerine 30 YKR ekleyerek elde edilen yakıtın maliyetini bulabiliriz
- - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - -
Kullanılmış yağ kullanarak biyodizel üretimi için:
Soru : Beş saatte gliserini ayrılmış, yıkanmış, kurutulmuş 30 lt biodizel aracımızda kullanılmaya hazırsa yemekhane sahipleri, oteller kullanılmış yağlarını neden bu şekilde değerlendirmiyor?

Soru : Kullanılmış yağları biyodizel olarak değerlendirerek yakıt giderini düşürmenin yanında "çevreye duyarlıyız" diyebilme fırsatını firmalar neden değerlendirmez?

Soru : Yemekhaneler, oteller "Kızartmalarımızda kullandığımız yağlar, kullanım ömürlerini tamamlar tamamlamaz biyodizel üretiminde kullanılmaktadır." diye reklamlarını yapsalar, kızartmalarda kullandıkları yağların defalarca kullanılmadığını vurgulasalar tercih edilirliklerini arttırmazlar mı?

Ucuz yağ satın alıp kullanarak biyodizel üretimi yapmak için:
Soru : Balkonda bile üretim yapılabilecek bu makinayı neden kimse kullanmaz?

Soru : Böyle bir makinayı üç beş kişi ortaklaşa alıp arabalarda, jeneratörlerde neden kullanmaz?

Soru : Yan ürün olarak çıkan gliserin sabun yapımında kullanılamaz mı?

Biyodizelin arabalarda sorunsuz kullanıldığını birçok kaynakta okudum. Geçenlerde tanıştığım biri, biyodizel ürettiğini ve ürettiği biyodizeli arabasında kullanınca bazı parçaların tıkanma sorunu yaşadığını belirtmişti. Tamir servisinde düzenli biyodizel kullanması halinde tıkanma sorununun devam etmeyeceği söylenmiş.

Sonuç olarak; küçük ölçekli (30 litrelik mesela) bir makinanın Alternatif Yaşamda çok işe yarayacağını düşünüyorum.

Salı, Aralık 15, 2009

Zeitgeist Orientation Movie



Geçen gece geç saatlerde google video da gezinirken Zeitgeist Orientation Movie sunumunu buldum. Birbuçuk saatlik bu sunumun ilk yarım saatini heyecanla izleyip, ara verdim. Ertesi gün konuştuğum arkadaşlarıma Zietgeist Movie'den bahsedince fark ettim ki Zeitgeist Hareketini bilmeyen bir ben kalmışım.

Birbuçuk saat süren ve sürekli bilgi bombardımanı altındaki sunumu aralıksız izlemek dikkati toplamakta biraz sorun yaratıyor. Sunumun büyük bölümüne (özellikle Para Sistemi üzerine anlattıklarına) katılmakla birlikte sonuç bölümünün ütopik olduğunu düşünüyorum.

Sunumdan bir kaç ilginç notu aşağıya ekliyorum.

* Mal ve hizmetlerin satın alınması, tüm sistemin sürmesini sağlayan yegane şeydir.

* Tüm ekonominin dönmesini sağlayan sürekli ya da döngüsel bir tüketime ihtiyaç vardır. Gün gelir tüketim durursa tüm sistem çöker.

* Belirli bir süre sonra bozulması için üretilen mallar, tüketim sisteminin devamını sağlıyor. Oysa bir insan ömrü boyunca sorunsuz çalışabilecek makinalar üretmek mümkün.

* Kar ve para kazanma dürtüsü olmasaydı hiç kimsenin hiç birşey üretmeyeceği düşüncesi bir yanılgıdır.

* Amerikan hükümetinin toplam borcu ile tüm Amerikan vatandaşlarının özel borçlarının toplamı 2007 yılında yaklaşık 53 trilyon dolar, Amerikan hükümetinin 2007 bütçesi 12 trilyon dolar, Gayri safi yurtiçi hasılası 14 trilyon dolar.

* 1949 yılında pamuk hasadının %6 sı makineler tarafından yapılıyor.
1972 de bu rakam %100 e ulaştı.

* 1860 da Amerikan halkının %60 ı tarımda çalışıyordu, 2009 da bu rakam %3 ün altına indi.

* 1950 de üretim sektöründe çalışan sayısı % 33 iken, 2002 de %10.

* Amerika'da çelik üretimi 1982 den 2002 e 77 milyon tondan 120 milyon tona çıkmış. Çalışan sayısı 289.000 den 74.000 e düşmüş.

Peki çalışan bu insanlar nereye gitti?
1950 de servis sektöründe çalışan %59, 2002 de %82

* 1983 ten 1993 e bankalar banka memurlarının %37 sini işten çıkardı. 2000 yılında %90 ATM ler veya otomatik sekreterler ile işlem yapmışlar.

Gelecekde bu işsiz ordusunu işsizlikten kurtaracak yeni sektör nerede?
YOK

* Günümüzdeki işlerin birçoğu mevcut tüketimsel sistemi devam ettirmekten başka bir işe yaramadığı görülüyor.

* Doğa Kanunu Bir: Her insan yeterli besin, temiz hava ve temiz suya ihtiyaç duyar. Bu nedenle ortak yaşamla ilgili çevresel süreçlere saygı gerekir.

Pazar, Aralık 13, 2009

Zeytinyağı Tadım Eğitimi İzlenimleri

Zeytinyağı Tadım Eğitiminden öğrendiklerimi ve izlenimlerimi paylaşmak istiyorum.

İki günlük eğitimin ilk gününde teori ve koku örneklerini tamamladık. İkinci gününde 12 örneğin tadımını yaptık.

* Sadece asit derecesine bakarak bir zeytinyağı hakkında yargıya varmak doğru değilmiş. Çok düşük asit oranına sahip olduğu halde kusurlu zeytinyağları olabiliyormuş.
* Zeytinyağının rengi yağın kalitesinde belirleyici bir etken değil. Hatta yağın renginin kişiler üzerinde yaratabileceği önyargının önüne geçebilmek için zeytinyağı tadım bardakları koyu mavi renkli. Bu sayede tadımcı yağın rengini bilemiyor.
* Isı-Işık ve Oksijen zeytinyağının üç önemli düşmanı. "Zeytinyağı doğrudan güneş ışığı görmeyen serin yerlerde saklanmalıdır. Her türlü kokuyu çekme ve içine alma özelliğinden dolayı yabancı koku olmayan yerlerde ağzı kapalı olarak muhafaza edilmelidir. Isı tercihen 15 º C olmalıdır. Mümkünse renkli şişedeki ürünleri satın almalıdır. Yağa renk veren Beta karoten önemli bir antioksidandır ve ışığın etkisiyle miktarı azalabilir. Teneke kutularda yağları satın alındığında renkli cam şişeye aktararak tüketilmelidir. Tenekeyi hava alır vaziyette, ağzı açık asla bekletilmemelidir. Lezzeti değişmese de oksidasyon riski bu şekilde daha çok artmaktadır. Plastik kaplar uygun değildir. (İdeal saklama koşulları; Selma Önelge Gür'den alıntıdır)"
* Yol kenarlarındaki tezgahlardan aldığımız zeytinyağları kusursuz bir yağ olarak üretilmiş bile olsalar plastik şişede, güneş ışığına ve ısısına maruz kaldığında kısa sürede kusurlu yağ haline gelmekteler.
* Zeytinyağlarını dar boyunlu şişelerde olabildiğince dolu seviyede kullanmalıyız ki hava ile temas eden zeytinyağı yüzeyi azalsın.
* Zeytinyağının hava ile teması ile oluşan oksitletme zeytinyağında Ransit olarak adlandırılan kusuru oluşturuyor. Ransit kusuru bulunan zeytinyağları ağır kokuları ile hemen fark edilebiliyor.
* Zeytin ve zeytinyağı çevresindeki kokudan etkileniyor. Zeytin ağacının yakınında yetişen ağaçların, meyvelerin ve sebzelerin kokusu zeytine, zeytinden de zeytinyağına geçiyor. Tadım sırasında yanında yetişen enginar, elma, kekik, bademden dolayı bu sebze ve meyvelere ait kokuları bünyesinde doğal yollardan barındıran zeytinlerden üretilmiş zeytinyağlarını tatma şansımız oldu.
* Hasat ile zeytinyağı sıkım işlemi arasındaki süre ne kadar kısa ise zeytinyağının kalitesi o ölüçüde artıyor. Zeytinler sıkılmadan önce mümkün olduğunca az beklemeli.
* Zeytinlerin hasattan sonra sıkım işlemine kadar ki saklama koşulları zeytinyağının kalitesini belirleyen önemli bir diğer etken. Zeytinler sıkıma kadar delikli kasalarda birbirlerini ezmeyecek miktarlarda (25-30 kiloluk kasalar)saklanmalı. Hava almayacak sentetik çuvallarda bekleyen, taşınan zeytinler zeytinde çok sık görülen küflenme, ekşime, fermantasyon ve sirkeleşme gibi kusurlara neden olabiliyor. Bazı üreticilerin zeytinleri keten çuvallarda sakladığı belirtildi, her nekadar keten çuvallar hava alma özelliklerinden dolayı bir nebze olsun kullanılabilir olsalar da sıkımdan sonra zeytinyağında kusur olabiliyormuş.
* Krom nikel kaplar zeytinyağını depolamak için ideal kaplar. Tariş'de depolanan zeytinyağları krom nikel depolarda hava kalan bölümlerine azot basılarak saklanmaktaymış.
* Zeytinyağını dolapta saklamak ve/veya zeytinyağının donması zeytinyağının kalitesini etkilemiyor, hatta koruyormuş.
* 28 C derecenin altında yapılan sıkımlar "soğuk sıkım" olarak adlandırılıyor.
* Seminer boyunca sorduğum tüm sorulara "baskı sistemde" diye başlayarak sordum. Baskı sistem neredeyse hiç kullanılmaz hale gelmiş. Hemen herkes kontünü sistem denilen sistemde sıkım yaptırıyor. Kontünü sistemde fabrikanın koşulları sizin kusursuz olarak teslim ettiğiniz zeytinleri etkileyerek kusurlu bir yağa sahip olmanıza sebep olabiliyor.
* Kontünü sistem sıkım işlemlerinde soğuk sıkım neredeyse hiç yapılmıyormuş. 80C de sıkım yapan fabrikalar bile görmüşler.
* Tadım sırasında üç olumlu özelliğe bakılıyor. Koku, dilde bıraktığı acılık ve boğazda bıraktığı yakıcılık hissi zeytinyağının kalitesini belirliyor. Zeytin yağındaki meyvemsi koku olumlu özellik olarak değerlendiriliyor. Sanılanın aksine kusursuz ve kaliteli yağlar boğazda bir miktar yanma hissi bırakıyor. Boğazda hissedilen ve çok fazla olmayan yakıcılık hissi yağın kusurlu olduğunu göstermiyor.

Çok sık duyduğum "Ben zeytinyağımı köyden/falancadan aldım, yağımı kendim sıktırdım, benim yağım kusursuz bir zeytinyağı" cümlesi her zaman doğru olamayabiliyor. Zeytinyağının kalitesi zeytinlerin hasattan tüketim anına kadar her an bozulabiliyor.

19-20 Aralık ve 26-27 Aralık tarihlerinde eğitim devam etmekte, katılabilme imkanı olanlara tavsiye ederim.

Haftasonu olmasına rağmen özveri ile eğitimi veren Tariş ARGE müdürü Meltem Zengin'e teşekkür ederim.

Cuma, Aralık 11, 2009

Klazomenia Ziyareti



Geçen hafta Derin'le beraber düzenli pazar alış verişi yaptığımız Urla-İskele mevkiindeki pazara gittik. Güneşli güzel bir cumartesi günüydü. Pazar yerinin hemen yanındaki antik Klazomenia Kenti Kazı alanında restore edilerek yeniden üretim yapar hale getirilen antik yağhaneyi gezdik.

M.Ö 600 yılından kalan Klazomenia hakkında detaylı bilgiye linkinden ulaşabilirsiniz.

Aşağıdaki resimler Klazomenia web sayfalarından alındı. İlk denemelerde resimlerdeki gibi tek kalas kullanılmış ama taş ağırlık tek kalasın kırılmasına neden olduğu için şimdi üç kalasın yanyana getirilmesi ile oluşan bir baskı sistemi kullanılıyor.



Yukarıdaki resimde kalas manivela yardımı ile yukarı kaldırılarak, çuvallara doldurulmuş zeytin hamurları kalasın altına yerleştiriliyor.



Çuvallar kalasın altına yerleştirildikten sonra kalas manivela ile çuvalların üzerine indiriliyor ve kalasın ağırlığı yavaş yavaş çuvallara biniyor. İlk etapta çuvallara fazla ağırlık bindirmemek için sadece kalasın ağırlığı kullanılıyor. Çuvallardan sızan yağ ve karasu yerdeki deliğe aktarılıyor. Bu noktada bir şeye dikkatinizi çekmek istiyorum. Yerde üç adet delik bulunuyor. Bu üç deliğin ne işe yaradığını biraz sonra anlatacağım.



Kalasın tüm ağırlığı çuvallara bindikten sonra manivela yardımı ile yerdeki taş havaya kaldırılarak ağırlığının kalasa binmesi sağlanıyor.

Gelelim yerdeki üç deliğe. Neden üç delik olduğunu anlamam biraz zamanımı aldı, itiraf edeyim.



Yerdeki deliklerin her biri yaklaşık birbuçuk metre çapında ve iki metre derinliğinde. Ortadaki delik ezilen çuvallardan gelen suyun toplandığı delik. Orta delik yandaki delik ile alttan birbirine bağlı. Sıkım işlemi başlamadan önce orta delik yanındaki bağlantılı delik ile aynı seviyeye gelene kadar su ile dolduruluyor. Baskıdaki zeytinlerden gelen karasu ve yağ orta deliğe akıyor. Tek bir delikte toplanabilecek sıvı miktarı yerine iki deliğin kapasitesi kullanılırken, sıkılan zeytinlerin karasuyu yağdan daha ağır olduğu için ortadaki delikten bağlantılı yan deliğe geçiyor. Bu sistem sayesinde orta delikte neredeyse sadece yağ biriktirilmiş oluyor. Orta delikte biriken yağ kepçeler yardımı ile yandaki üçüncü depolama çukuruna alınıyor.

Paralel kaplar presenbine göre çalışan iki kuyunun benzeri bir düzeneği damacanalar ile yenilemek istemişler. Alttan boru ile birbirine bağlanan iki damacana bağlantı borusu seyiyesine kadar su ile doldurulduktan sonra sıkılan yağ bir damacanaya aktarılıyor. Karasu bir damacanada birikirken, yağ diğer damacananın üst kısmında birikiyor. Resimde sağ tarafdaki damaca üst tarafında biriken yağı görmek mümkün. Karasuyun toplandığı (sol taraftaki)damacana yüzeyinde çok ince bir tabaka yağ toplandığı görünebiliyor. Karasuyun toplandığı (soldaki) damacananın altındaki musluktan karasu, sağdaki damacanadaki yağ seviyesi, sağdaki damacanadaki musluk seviyesine gelinceye kadar boşaltılıyor. Sağdaki damacanada musluk seviyesine gelen yağ musluk yardımı ile ayrılabiliyor.

Pazartesi, Aralık 07, 2009

İklim Zirvesi Bugün Başlıyor

İklim zirvesi bugün başlıyor. Birçok defa yazdığım üzere Kyoto Protokolü, BM toplantıları gibi çözüm girişimlerinin hiç birinin bir sonuç vermeyeceğini düşünüyorum. Günün sonunda Her koyun kendi bacağından asılacak.


Bugday.org adresinden alınan bir yazıyı paylaşmak istedim.

----------------------------------------------------------------------------

Ekoloji Kolektifi, Çiftçi sen, Doğader ve Ekoder tarafından Dünya İklim Pazarına karşı dalgayı birlikte üretmek için yapılan çağrının kısaltılmış metni aşağıdaki gibidir:

--------------------------------------------------------------------------------


“Bugün küresel ısınma olgusunu inkâr etmekten daha vahim olan küresel ısınma sorununu ‘çözüyormuş’ gibi yapmaktır. G20, IMF-DB zirvesi ardından BM çatısı altında yolları ve kapıları halka kapalı bir buluşmayı bu kez de küresel iklim krizini konuşmak için yapıyorlar. Sihir gösterisinin ışıltısından sorumluları göremeyeceğimizi sananlar; kentlerden, tarım politikalarından, savaşlardan, yoksul ülkelerin borçlarının silinmesinden, emekçilerin terlerinin karşılığından, göçlerden, işsizlikten, kamusal sağlık ve eğitim politikalarından söz bile etmeden iklim değişikliğinden yakınanlar, vaat edilen dünyanın parıltısına davet edecekler bizi bir kez daha. Gelin, Dünya İklim Pazarına karşı dalgayı birlikte üretip, yönetelim...
Bizler, küresel ekonomik krizi de kapsayıp aşan büyük dalgayı yani kapitalizmin yarattığı ekolojik krizi sistemin acınası can yeleklerine dolanarak beklemenin bir faydasının olmayacağının farkındayız. İklim değişikliği sorunu “verimlilik ve enerji kaynak çeşitliliği /dönüşümü” ile çözülebilecek tali bir sorun değildir. Kapitalizmin yapısal bir sorunudur. Bu nedenle sadece liberal ekonominin sınırları içinde bir öneriler kümesi ile bu sorun aşılamaz. Gündelik, yaşamsal alışkanlıklarımız, gerçeklik ve beklentilerimiz, tüketim toplumunun her boyutu ile sorgulanması, kapitalist üretim tarzının değiştirilmesi, devrilmesi gerektiği aşikârdır.

Aralık ayının başında BM çatısı altında Kopenhag’da gerçekleşecek 15. Taraflar Konferansı halkları bir gün dönümünün eşiğine, insan ve doğanın geleceğine dair önemli bir karar aşamasına taşıyacak bir süreci başlatacak. Yaşanan krizin faturasını yoksullara ve doğaya kesmeye hazırlanan egemenler çağımızı sürükledikleri felâketin faturasını da kesmek için toplanadursunlar, bizler heyecanlarımızı ateşe verelim, ekolojik krize karşı yeni bir dünya kurmak için yollara düşelim.

Bu çağrı küresel egemenlerin iklim değişikliği senaryosuna karşı büyütülecek bir protestonun çağrısı değildir yalnızca. Bu adalete, eşitliğe, kır ve kent emekçilerine, ezilenlere yani yaşanan krizin tüm mağdurlarına yeni bir dünyanın kurulması için çalışmaya yapılan çağrıdır. Bu çağrı, iklim krizinin salt atmosferik bir değişimin değil, yaşatılan küresel bir yıkımın veçhesi olması nedeniyle enternasyonal bir çağrıdır. Bu çağrı kolektif çalışmanın derin nefeslerini ciğerlerinde hisseden, gücünü emekten, doğadan, tohumdan, topraktan, yaşamdan yana yapanlara yapılan çağrıdır. Aralık ayı boyunca güce güç katacaklara, kor ateşini harlayacaklara çağrıdır. Bu süreçte yeryüzündeki tüm ezilenler egemenlerin politikalarını desteklemek, egemenler arası bir kanada destek olmak ya da hükümet ve çokuluslu şirketleri ikna etmeye yönelik STÖ lobiciliği yapmak için değil iklim krizine karşı kendi çözümlerini seslendirmek için alanlara çıkacak.

Dünya İklim Pazarına karşı dalgayı birlikte üretmek ve yönetmek için bir çağrıdır bu.

Kentleri ve kırı birbirinden kopartarak yaşanmaz kılanlara karşı havayı, suyu, toprağı ve emeği özgürleştirmek için şimdi diptekileri bir araya gelmeye çağırıyoruz. Kendi dayanışma ağlarımızı kurmak, kendimizi besleyebilecek hale gelmemiz bir fantazi değil bir zorunluluktur. Otomobile dayalı tüketime karşı başka bir şehir mümkün demek için, suyu, tohumu ve gıdası ellerinden alınan bir yaşama mahkûm olmadığımızı, kendi enerjimizi yaratabileceğ imizi göstermek için dipten gelen dalgayı örgütlemeye çağırıyoruz. Hes’lere, termik santrallere, nükleer enerjiye mahkûm olmadığımızı haykırmak için; Kentlerimizin eteklerini paketleme endüstrisi haline gelen TOKİ’lerden kurtulabileceğ imizi, yaşamımızı otobanlardan geri talep edip kendi sebzemizi meyvemizi yetiştirebileceğ imizi, yeme, içme, giyinme alışkanlıklarımızı değiştirebileceğ imizi göstermek için bir araya gelmeye çağırıyoruz. Kapitalizmin üretim ve tüketim alışkanlıklarına karşı direnenleri bir araya gelmeye çağırıyoruz. İklim değişikliği sorununu tam da bu hattan inşa edebilmek, gdolara dur demek, yürünecek yolu yaratmak için bir araya gelmeye çağırıyoruz.”

Ekoloji Kolektifi / Çiftçi sen / Doğader / Ekoder
ARALIK 2009

Salı, Kasım 17, 2009

Nar Çekirdeği





Nar Çekirdeği ile ilgili ilk yazımda çekirdeklerin faydasından ve nasıl elde ettiğimden bahsetmiş ve çekirdekleri kuruttuktan sonra öğüteceğimi yazmıştım.

Kuruttuktan sonra nar çekirdeklerini öğütmek için epey uğraştım. İlk olarak bir değirmende öğütmeyi denedim. Otuz liraya bir değirmen aldım. Nar çekirdeklerini değirmene koydum. Uğraştım, ettim, olmadı. Sanırım değirmenin öğütücü bölümü yeterince keskin ve kaliteli değildi. Çekirdekleri havana koyup, havanda dövdüm ama bu yöntemde çok verimli olmadı. Ne yapsam diye düşünmeye başladım.

Dün sütlü muz ve benzeri içecekleri hazırlamak için ufak bir karıştırıcı (blender) almak istedim. Raftan ufak bir karıştırıcı seçtim, ürünün paketlenmesini istedim. Paketleme yapılırken seçtiğim ürünün kahve öğütücü aparatının da olduğunu sevinerek gördüm. Otuz lira vererek karıştırıcıyı aldım. Eve geldim, nar çekirdeklerini kahve öğütücüde kolaylıkla ve hızla çektim. Şimdilik bir kavanozluk bölümü öğüttüm. Öğütülmüş iki çay kaşığı nar çekirdeğini meyveli yoğurt ile karıştırıp yedim.

Ne diyeyim, çözüm için olumlu düşündüm, çözüm gelip beni buldu. Yaşasın olumlu/kuantum düşünce...

Zeytinyağı Tadım Eğitimi - 2

Geçtiğimiz hafta haberini verdiğim Zeytinyağı Tadım Eğitimine kaydımı yaptırdım.

5-6 Aralık tarihinde eğitime katılıyorum.

Eğitimden sonra izlenimlerimi paylaşacağım.

Çarşamba, Kasım 11, 2009

Zeytinyağı Tadım Eğitimi



Aralık ayında Taris'in düzenlediği Zeytinyağı Tadım Eğitimi var. Gazete ilanını yukarıya ekledim. İlanın üzerine tıklayarak resmi büyütebilirsiniz.

Ben katılmayı düşünüyorum ama henüz hangi günlerdeki eğitime katılacağıma karar vermedim.

İlgilenler için bilgi vermek istedim.

Cumartesi, Kasım 07, 2009

Ev Tipi Zeytinyağı Makinaları

Birkaç yıl önce, evde zeytinyağı üretmek mümkün mü diye araştırmış ve bir üreticinin sitesini bulmuştum. En küçüğü saatte 80 kilo işleme kapasiteli zeytinyağı makinası bugüne kadar bulabildiğim en küçük "ev tipi" makinaydı.

Bugün mesajlarım arasında gezinirken bir başka üreticinin linki gördüm. Arma Endüstriye ait web sayfasında neredeyse mutfak tipi sayılabilecek presler, kırıcılar buldum. Arma Endüstri sayfalarında zeytinyağı ile ilgili her türlü malzemeyi bulmak mümkün.

Paylaşmak istedim...

Cuma, Kasım 06, 2009

GDO'lu Diyet Tarifleri

Yılmaz Özdil'in bugünkü yazısını okumanızı tavsiye ederim.

Alternatif Yaşam Planlamasında kendi başıma nasıl yapıldığını öğrenmek ve kaydını tutmak için denediğim pekmez, sirke (özellikle sirke), salça, kompost, şeker, konserve, sebze/meyve kurutması gibi birçok ürün için "Aman, ne uğraşıyorsun kaç liralık malzeme ki git marketten al" sıklıkla duyduğum bir cümledir.

Etiket fiyatı üzerinden yargıya varıyoruz.
- Bir kutu biber salçası kaç lira?
- Üç lira. (Etiket Fiyatı)
Geçen sene salça yapmış ve nasıl yaptığımızı yazımızda anlatmıştık. Kim uğraşacak birberleri tek tek yıkamakla, tohumlarından ayırmakla, biraz kurutmak için naylona sermekle, makinada çekip, tepsilere koymakla...
Peki ya etiket fiyatına yansımayan görünmez kalemler? Kutu salça yapılan biber üretilirken kullanılan ilaçlarla suya, toprağa ne kadar zarar verildi? Kullanılan tohum GDO lu bir tohum muydu? Hazır salçayı yiyerek ne kadar antibiyotiğe direniş edindik? GDO ya bağlı hangi hastalıkları yaşayacağız? Salçanın raf ömrünü uzatmak için hangi kimyasal koruyucal eklendi?
Evet, ben salçayı pazardan aldığım biberler ile yaptım ve yukarıdaki soruların bir çoğu benim için de geçerli. Cevap basit: ŞİMDİLİK dışarıdan aldığım biberler ile yaptım.

Yılmaz Özdil'in yazısında belirttiği ayran yapması bile bilmeyen "iyi" eğitimli kız çocukları, alternatif eğitimi sorgulamamızı gerektirmez mi?

Perşembe, Ekim 29, 2009

Kül Suyu (2)


Birinci Kül Suyu yazısı ve yorumları eylenceli bir yazı olmuştu.

Birinci yazıdan sonra bir türlü cesaret edip kül suyunu yeniden deneyememiştim. Nar Ekşisi yapımı sırasında üst baş nar lekesi olunca işte fırsat dedim. Nar tanelerini ayıklarken giydiğim fanilyanın üstünde nokta nokta nar lekeleri olmuştu. Kül suyunu fanilyanın üzerine döktüm. Kırmızı renkli nar lekeleri kül suyuna temas edince mavi renge döndüler. Fanilyayı kül suyuna ıslayıp, birkaç saat bekledim.

Sonuç: Damla damla olan lekelerin tamamı kaybolmuştu.



Yukarıdaki resimdeki büyük lekeler büyük oranda kaybolmuştu. Kül suyu ile temizlikte lekeler bir miktar kalsa bile güneşte kurutulduklarında kaybolduklarını okumuştum. Bakalım sonuç ne olacak?

Başarılı fanilya yıkaması, birinci denemeden sonra evde kaybolan itibarımı yeniden kazandırdı. Hanımdan izin çıktı, şimdi sırada kül suyunu çamaşır makinasında denemek var...

31/Ekim/2009 Notu : "Kül Suyu ne kadar etkili olabilir?" diyorsanız, iki gündür ellerim pul pul dökülüyor. Lekeli fanilyayı elde yıkamıştım ve kül suyunun bu kadar kuvvetli olduğunu düşünmemiştim. Kül suyunu çamaşır makinasında denemeden önce yıkadığım fanilyayı giyip cilt üstündeki etkisini de deneyeceğim.

Nar Ekşisi Yapımı (2) Ve Nar Çekirdeğinin Faydaları


Başarılı olan birinci nar ekşi yapımı denemesinden aldığım cesaret ile yeni bir deneme yaptım. Bu defa ekonomik olması için işi büyüttüm.

25 liraya, 20 kilo ekşi nar aldım... Ve nar ekşisini yaptım. İşte çıkardığım sonuçlar ve gözlemlerim:

* Ekşi narlar genellikle küçük taneli oluyor. 20 kilo ekşi narı tek başınıza ayıklamak sinir sisteminiz üzerinde ciddi hasar bırakabilir. Tavsiyem imece usulu çalışmak. En az 3-4 kişi ayıklama işine yardım etmeli.
* Ekşi nar taneleri asitli yapısı ile elleri hırpalıyor. Biz eldiven giyerek taneleri ayıklamamıza rağmen, eldivenler bile bir süre sonra hırpalandı. Eldivensiz ayıklamamanızı tavsiye ederim.
* Ayıklama işlemi sırasında etrafı ve üstünüzü epey kirletiyorsunuz, yıkaması kolay (beyaz bir fanilya olabilir) ve kirletmeyi göze alabileceğiniz kıyafetler ile çalışın.
* Ayıkladığımız taneleri katı meyve sıkma makinasında sıktım. İki farklı hız ayarı olan makinamda düşük kademe hız ayarında taneleri sıkmama rağmen taneler tam anlamıyla sıkılmadan makinanın posa haznesine gittiler. Ara ara posa haznesini, altına bir kap koyduğum, tel süzgece boşaltıp kaşık ile posayı karıştırıp, ezerek kalan sularını topladım. Bir sonraki sıkımı katı meyve presi yerine uzun süredir üzerinde çalıştığım ve tamamlanmak üzere olan ahşap mengenede sıkmayı planlıyorum.
* 25 kilo nardan 6 litreye yakın nar suyu elde ettim. Taneler presde sıkılsa bir litreye yakın daha fazla nar suyu elde edilebilirdi diye düşünüyorum.
* Şimdi sıkı durun... 6 litre nar suyunu, açık ateşte, dört saate yakın kaynattım... Dört saatin sonunda ocağı kapattım. Nar suyu tencerenin yarısına kadar indi ve fakat hala tam istediğim kıvamda değil. Kaynatırken oluşan köpükleri bir kevgir yardımıyla almanız gerekiyor. Yarın sabah ilk denemede olduğu gibi istediğim kıvama gelinceye kadar kaynatmaya devam edeceğim. Tahminen 30-45 dakika kadar daha kaynatmak yeterli olacak.
* Tüm bu işlemlerin sonunda 1,5 litre nar suyu elde ettim. İnternette biraz araştırma yaptım. 70 cl lik şişelerde nar ekşisi 15-20 lira arası fiyatlarla satılmakta. Birinci denemede pek ekonomik görünmeyen evde nar ekşisi yapımı büyük miktarda alım ve ucuz nar fiyatı sayesinde ekonomik hale geldi.

Gelelim birinci denememizde atladığımız bir noktaya... Nar çekirdekleri... Birinci denememizde posa olarak gördüğümüz nar çekirdeklerini atmıştık!!! Meğer ne kıymetliymişler. Neyseki çok geç olmadan öğrendik. İlgilenenler nar çekirdeğinin faydalarına ve kullanımına bu linkten ulaşabilirler.



Posa haznesindeki nar çekirdeklerini tel süzgeçte topladığımı yukarda belirtmiştim. Posayı akan suyun altında yıkadık ve kurumaları için bir tepsiye yaydık. Yarın güneşli bir gün olursa güneşte kurutacağım.



Çekirdekleri satın alacağım bir kahve değirmeninde çekmeyi ve kullanmayı düşünüyorum.

09-Kasım-2009 NOTU : Yorumlar bölümünde görüştüğümüz üzere narları ortadan kestikten sonra tahta bir kaşıkla vurarak kolaylıkla tanelerine ayırabiliyorsunuz. Kaşıkla vurarak taneleri ayırılan narların fotoğrafını aşağıya ekledim.




Salı, Ekim 27, 2009

Alış Veriş (Dışa Bağımlılık) Yüzdesi


Geçen gün arabada bir arkadaşımı beklerden kapı yan gözündeki uzun market fişi gözüme takıldı. Fişi aldım, neler almışım? Hangilerine gerçekten ihtiyacım var? Hangilerini çiftliğimde üretebilirim? Hangilerini üretemem? sorularını sorarak sonuna kadar fişi inceledim. Birden aklıma bu incelemeyi bulabildiğim diğer market fişlerine de yapmak geldi.

Evde bulabildiğim altı uzun market fişini tek tek bir excel tablosuna girdim ve kolay takip için bir pivot tablosu oluşturdum. Yeni yapacağım alış verişleri de tabloya gireceğim ve rakamlardaki değişiklikleri güncelleyeceğim. Dört başlık açtım excelde; ürün adı, fiyatı, gerekli mi? üretilebilir mi?
Kayınvalidem fişleri girerken "Siz hala fiş topluyor musunuz?" diye sordu. Ne yaptığımı söylememiş olmama rağmen, ben ağızımı açmadan eşim cevapladı. "Blogda yazmak için neyi, ne kadara almış, ne kadarını satın almadan kurtarabilir, ona bakacaktır." dedi. Uzun süreli ve uyumlu evlilik böyle birşey...

Sonuçlara gelmeden birkaç not; market alış verişlerimizde genellikle giyim eşyası, sebze ve meyve gibi kalemler pek olmuyor. Giyimi, fiyatları uygun mağazalardan ve sezon sonunda, sebze ve meyveyi ise pazardan almayı tercih ediyoruz. Önemli bir detay; ailece vejeteryan değiliz ama neredeyse hiç et tüketmiyoruz. Market alış verişlerimizde aldığımız et ayda en fazla bir kilo kıyma ile sınırlıdır.

Fişlerin toplamını yüzde olarak hesapladım, işte sonuçlar:

Her yüz liralık alış verişimizin
28.08 lirası Gerekli ve Üretilemez olan ürünler,
46.54 lirası Gerekli ve Üretilebilir olan ürünler,
19.76 lirası Gereksiz ve Üretilemez olan ürünler,
5.6 lirası Gereksiz ve Üretilebilir olan ürünler,

SONUÇ :
Şimdilik her yüz liralık market alış verişinin 28 lirası için dışa muhtaç görünüyoruz. Bu oranı azaltmanın yollarını bulmak lazım.

Isteyenlere hesaplamada kullandığım Excel ve Pivot tablosunu gönderebilirim. Profilimdeki e-posta adresimden bana ulaşabilirsiniz.

Merak edenler için ürün başlıkları:

Gerekli ve Üretilemez ürünler:
AYAKKABI BOYASI
BALIK ===> Bir çözüm bulunabilir.
MUTFAK BEZİ
ÇOCUK BEZİ ===> Geçici bir masraf kalemi.
DEODORANT ===> Doğal yolları da vardır elbet
DETERJAN ===> Kül Suyu pek başarılı olmamıştı...
DİŞ FIRÇASI ===> Misvak gibi çözümler var ama...
DİŞ MACUNU ===> Misvak gibi çözümler var ama...
ELBİSE
KARABİBER ===> Yetiştirilebilir mi araştırmak lazım...
KETÇAP ===> Seviyorum.
KOZMETİK ===> Doğal yollarıda vardır elbet
MAMA ===> Geçici bir masraf kalemi.
MAYONEZ ===> Hazır almak daha uygun.
PEÇETE ===> Hazır almak daha uygun.
SÜNGER ===> Hazır almak daha uygun.
TERLİK
TUZ ===> Hazır almak daha uygun.
BUZDOLABI POŞETİ
ŞEHRİYE
SODA
PİRİNÇ
PAMUK

Gerekli ve Üretilebilir ürünler
AYRAN
BİBER
BULGUR
ÇAY
EKMEK
FINDIK
HUMUS
İÇECEK
KARPUZ
KAVUN
KİRAZ
LİMON
MAKARNA
MEYVE SUYU
PATLICAN
PEYNİR
SALATALIK
SALÇA
ŞALGAM
SİRKE
SOĞAN
SÜT
ÜZÜM
YAĞ
YOĞURT
YUMURTA
ZEYTİN
TEREYAĞ
DOMATES
GREYFRUT
ÇORBA
HAVUÇ

Gereksiz ve Üretilemez olan :
BİRA ===> Severim ama vazgeçebilirim.
KAHVE ===> Bitki çayları işimi görür
MANTAR ===> Biraz çalışma ile üretilebilir aslında.
RAKI ===> Severim ama vazgeçebilirim.
SAKIZ
SALAM
SUCUK
ŞEKERLEME
ÇIKOLATA
KÖFTE
BİBERON
DONDURMA
DERGİ

Gereksiz ve Üretilebilir:
CİPS
ET SUYU
KRAKER
ŞEKERLEME

Pazar, Ekim 25, 2009

Etobur - Otobur İkilemi


Bostancık sayfasında Etobur - Otobur İkilemi kitabı hakkındaki yazıyı okuduktan sonra kitabı satın aldım. Açıkcası kitabın adından kitap hakkındaki beklentim; Şu, şu nedenlerle et yemeğin, şu, şu nedenlerle ot yiyin, daha sağlıklı olursunuz vs vs türü bilgilerdi. Yanılmışım... Kitap, tarım ve hayvancılığın niceliğin unutularak nasıl sadece nitelik kaygısıyla bir fabrikaymışcasına yapıldığını çok güzel anlatıyor.

Kitaptaki ilk iki bölüm (yaklaşık 300 sayfa) tarım, hayvancılık, organik tarım ve çiftçilik hakkında çok değerli bilgiler veriyor.

Kitaptaki üçüncü bölüm bir nebze olsun adına uyuyor.

İlk iki bölüm mutlaka okunmalı...

Ahşap Mengene (Pres)


Haftasonundan haftasonuna, kısıtlı zamanda yapılan çalışmalar ve sonuçları Meksika dizisine benzedi. Sürekli bir sorun çıkıyor, sürekli dizi uzuyor...

(II) nolu yazımızda baskı tahtasının kendi ekseni etrafında dönmesini nasıl engelleyebilirim diye sormuştum. İş arkadaşım ve blogun düzenli takipçisi Alp Yapşık'tan gelen öneri ile sorunu çözdüm. Cevap basitti: Konik Rulman. Artık rutin haline geldiği üzere cumartesi sabahı Urla Sanayi Sitesine gittim. Mengenedeki sonsuz vidaya takılacak şekilde 14 mm lik somunu konik rulmanın ortasına birkaç yerden kaynaklattım. Baskı tahtasının sacını kalınlaştırdım ve konik rulmanın çemberini bir yatağa sabitledikten sonra baskı tahtasının sacına kaynaklattım. Baskı tahtasını rulmanın göbeğine sabitleyebilirdim ama sabitlemenin rulmanın dönüşü için daha sağlıklı olacağını düşündüğüm. Sonsuz vidanın boyunu ve kollarını kısalttım. Sonuçta iskelet dışında üç ayrı parçam oldu. T şeklinde sonsuz vida, somun kaynaklı rulman göbeği, baskı tahtası sacına sabitlenmiş rulman çemberi.



Birinci yazımda kafama takılan zeytin hamuru elde etmek için birkaç yol düşündüm. Kemeraltına gidip taş dipek aradım, eski bir taş dibek buldum ama hem çok pahalı hem de çok küçük bir haznesi vardı. Başka bir çözüm düşündüm ve aklıma aşçılık günlerim geldi. Bir sos kabında zeytini ezme işini yapabileceğimi düşündüm. Bir sos kabı satın aldım, sos kabına göre tahtadan bir kapak yapıp, kapağın altına kabın oynamasını engelleyecek tahtalar vidaladım. Vee son olarak iri bir havan eline ihtiyacım vardı. Voit marka bezbol (baseball mu? beyzbol mu demeliyim yoksa?) sopasının bu işi görebileceğini düşündüm. Voit marka olmasa da bir bezbol sobası bu işi görecektir. :)









Zeytinleri "havan" ile bir güzel ezdim. Zeytin hamurunu bir torbaya doldurdum ve mengeneyi çalıştırdım. Baskı tahtası rulman sayesinde ekseni etrafında dönmeden sabit dururken gayet güzel baskı uyguluyordu.



Yavaş yavaş vidayı sıktım. Zeytinin suyu çıkmaya başladı. Baskıyı arttırdım, artırdım ve tahmin ettiğim oldu... Torba patladı.



İyi haber mengene gayet güzel kuvvet uyguluyor, kötü haber işimiz yine uzadı.

Torbayı düzeltip, güç bela birkaç baskı denemesinde daha bulundum ve bir miktar zeytin suyu elde ettim. Ancak elde ettiğim suyun üzerinde çok küçük miktarda yağ tabakası oluştu.

Neyseki önümüzdeki hafta 29 Ekim var. Çarşamba günü git-gel artık ahbap olduğum demirci İbrahim Usta ile zeytin hamurunu koymak için köşebent demirleri kullanarak bir hazne yapmayı planlıyorum.

Bakalım Meksika dizimiz nasıl bitecek?

Nar Ekşisi Nasıl Yapılır?


Piyasada satılan nar ekşilerinin tadı giderek limon tuzu tadına yaklaştığı ve giderek o kendine özgü tatlı, ekşi tadından uzaklaştığı için birkaç yıldır yapmayı düşündüğüm nar ekşisi yapımını dün denedim.

Nar ekişisi nasıl yapılır hiçbir fikrim yoktu. Pazardan, beş kilo eksi nar aldım, on lira verdim. Narı satan adama;
- Nar ekşisi nasıl yapılır? diye sordum.
- Narı ayıklıyorsun, kaynatıyorsun, dedi.
- Pekmez yaparken ki gibi içine toprak gibi birşey ilave ediyor musun?
- Yok hiç birşey koymuyorsun, kaynatıyorsun.

Eve gelip, narları tek tek ayıkladım. Üst baş, mutfak tezgahı her yer nar oldu. Bir önlüğünüz varsa narı ayıklarken giymenizi tavsiye ederim. Nar tanelerini katı meyve presinde sıktım. Beş kilo nardan, bir litre su çıktı.

Kısık ateşte mi? Açık ateşte mi? Ne kadar süre kaynatılacak? Hiç bir fikrim yok. Nar suyunu koydum bir tencereye, açık ateşte başladım kaynatmaya. Bir saat açık ateşte kaynattım. Nar suyunun rengi koyulaştı, tadı lezzetli bir nar ekşisi tadına yaklaştı ama kıvamı hala suluydu. İkinci bir kaynatmaya karar verip, bir saatin sonunda ocağı kapattım.

Bu sabah kalkar kalkmaz, nar suyunu kaynatmaya devam ettim. Açık ateşte yarım saat kadar daha kaynattım. Tencerenin içindeki sıvının kramelimsi bir kıvama ulaştığını gördüğüm an ocağı kapattım. Nar suyu rengini ve kıvamını bulmuştu. Nar ekşisini soğumaya bıraktım.

Soğuyan nar ekşisini boş bir şişeye doldurdum. Beş kilo nardan 200 ml kadar çok lezzetli nar ekşisi elde ettim. On lira artı bir buçuk saatlik gaz bedeli ile elde edilen ürünün pek ekonomik olduğu söylenemez. Piyasada satılan nar ekşileri benim maliyet hesabımda olmayan, işletme giderleri (işçilik, sigorta, amortisman, vergi, elektrik, şişeleme vs vs), aracı karı, ulaşım bedeli, satıcı karı gibi masraf kalemlerine rağmen benim ürettiğim nar ekşisinden daha ucuza olabiliyorsa, işin içinde bir bit yeniği var demektir. Piyasadaki nar ekşilerinin o lezzetsiz ve limon tuzu hakim tadının sebebi bu olabilir.

03 Kasım 2010 Notu : Nar ekşisi hakkında daha fazla resimin yer aldığı yeni yazıma bu bağlantıdan ulaşabilirsiniz.

Pazar, Ekim 18, 2009

Ahşap Zeytinyağı makinası II



Basit görünen bu makina tecrübesizlik ve doğru alet eksikliği nedeniyle beni uğraştırdı ve tamamlaması epey zamanımı aldı. Ama ÖĞRENDİM... Zaten amaç da bu değil mi? Denemek, öğrenmek, öğrendikleri paylaşmak ve aynı projeyi deneyeceklere nasıl daha kolayı yapılabilir fikir vermek. Bir daha aynı makinayı yapmam çok daha kısa zamanımı alır. Aynı malzemeyi kullanır mıyım sorusunu yazının sonunda açıklayayım.

Kullandığım malzeme:

14x10 cm ebadında 70 cm uzunluğunda iki dikme
10x6 cm ebadında 55 cm uzunluğunda orta kiriş
14x10 cm ebadında ve 55 cm uzunluğunda alt taban
10x6 cm ebadında 2mm lik saca kaynakla sabitlenmiş 14 mm somun (somunun altındaki sac 14 mm uç ile delinmiştir)
20x20 cm ebadında 2mm lik saca kaynakla sabitlenmiş 14 mm somun (somunun altındaki sac delinmemiştir, kapalıdır)
1 metre uzunluğunda sonsuz vida



Dikmelerde yukarıdan 10 cm kalacak şekilde kirişin geleceği yerleri işaretledim. Dikmelerde kirişin giriceği yerleri açtım.
Alt tabanı oluşturacak 14x10 cm ebadında ve 55 cm uzunluğundaki tahtanın her iki yanında 10 cm uzunluğunda ve alttan 4 cm boşluk ile 6x6 cm olacak şekilde kulakcıklar kestim.
Alt taban kulakçıklarının dikmelere geçeceği yerleri belirleyip, dikmelerde yerlerini açtım.

Yukarıda üç cümlede anlattığım iş epey zamanımı aldı. Özellikle dikmeler üzerinde yerleri açmak beni çok uğraştırdı.

Dikmelerdeki deliklere geçecek orta kirişinin 10 cm lik uç bölümlerini ve alt tabanın kulakçıklarını zımpara ile biraz düzelttim ve dikmelere yerleşmesini kolaylaştırdım.

Kirişi ve alt tabanı dikmelere yerleştirip, 15 mm lik uç ile dikine delikler açtım.



Açtığım deliklere ahşap tutkalı koyup, 15 mm lik tahta kavalye (çivi/vida yeri kullanılan tahta) çaktım. Tüm birleşim yerlerinde 15 mm lik tahta kavalye kullandım.

Makinanın iskeleti tamamlanmıştı. Tutkalların kuruması için birkaç saat bekledim.



Kirişin ortasına 15 mm lik uç ile bir delik açtım. 14 mm somun sabitlenmiş 10x6 cm lik sac plakayı bu deliğin üzerine gelecek şekilde vidaladım.

20x20 cm lik sac plakayı 10x10 cm lik iki tahtaya sabitledim. Sonsuz vidayı orta kirişten geçirip ucu dışarıya çıkıncaya kadar çevirdim. 20x20 cm lik baskı tahtasını sonsuz vidanın ucuna geçirip, sıkışıncaya kadar çevirdim.



Veee... makina hazır... Sonsuz vidayı makina yağı ile yağlayıp, yukarıdan çevirdiğimde baskı tahtası mutlulukla aşağıya doğru ilerliyor...

İlk gözlem... 1 metrelik sonsuz vida biraz uzun kaldı. Neyse ki baskı tahtasını vidadan söküp, sonsuz vidayı biraz kesmek sorunu halledecek.

Baskı tahtasını çevirirken altında zeytin hamuru olan torbaların olduğunu hayal edip ne gibi sorun yaşarım diye düşünüyorum. Kare tahtanın dönme hareketinden dolayı torbalar sağlıklı bir şekilde basılmayacak ve muhtemelen savrulucaklar. Baskı tahtasını ve tabii somun kaynaklı sacı yuvarlak yapmak bu sorunu çözecek. En sağlıklısı zeytin hamurunu torbalara koymak yerine, 21-22 cm çaplı ve 35-45 cm uzunluğundaki bir kovanın içine koymak ve kovanın yan yüzeylerine ve altına delikler açmak. 20 cm çaplı baskı tahtası kovanın içinde rahatça aşağıya doğru inerken, kovanın yan yüzeylerinden ve altında zeytinin suyu çıkacaktır.

Sonuç : Baskı tahtası ve somunun kaynaklandığı sac yuvarlak olmalı.

Şimdi bu makinayı yeniden yapmayı planlasam, iskeleti ahşap yerine demir profillerden yapmanın daha kolay olacağını düşünüyorum. Doğru bir demirci ustası ile bir kaç saatte makina hazır hale gelecektir.

Makinadaki değişiklikleri yaptıktan sonra sıkım denemesine başlayacağım.

Çarşamba, Ekim 14, 2009

KOMPOST


Haziran ayında başladığım ve dört yazı ile anlattığım (1)(2)(3) (4) denemeler sonucu kompost üretmeyi öğrendiğimi söyleyebilirim.

Çöp kovalarını matkap ile delerek yaptığım ucuz ve basit kompost kapları sağlıklı olarak çalıştı ve şimdiye kadar 125-150 kilo kadar kompost ürettim. Kompost sürecinde en önemli etkenin malzemenin ıslaklığı olduğunu gözlemledim. Malzeme fazla ıslak veya fazla kuruysa kompost yeteri kadar ısınmamaktaydı. Fazla ıslak malzemeyi birkaç saat yayarak güneşlendirdim ve tekrar kovaya doldurdum. Kovaya doldurduktan sonra malzemenin hızla ısındığını ölçtüm. Gelelim anahtar soruya; malzeme ne kadar ıslak olmalı? Malzemeyi karıştırdığınızda elinizi hafif nemli yapacak kadar ıslak olması yeterli. Malzeme elinize çamurlu bir bulamaç gibi yapışıyorsa gereğinden fazla ıslak demektir. Yağmurların başlaması ile birlikte bahçedeki kompost kaplarının kapaklarını yağmur suyu ile kontrolsüz ıslanmaması için kapattım.



Yaz aylarında üç-dört güne bir karıştırdığım malzeme bir ay gibi bir sürede kompost haline geldi. Havaların soğuması ile birlikte malzemeyi karıştırma sıklığım ve kompostun olgunlaşma süresi neredeyse iki katına çıktı.

Haziran ayından beri neredeyse hiçbir mutfak artığını çöpe atmadık. Ufak ufak parçalara ayırıp, kompost kaplarına ilave ettik. Salatalık, mısır, havuç, patates kabuklarının malzeme içinde birkaç hafta içinde yok olmalarına şaşkınlıkla tanık olduk. Delikler açılmış orta boy bir çöp kovası ve biraz toprak ilavesi ile mutfak artıklarının bir balkonda bile komposta dönüşebileceğini düşünüyorum. Balkonda kompost haberlerini merakla bekliyorum.

Alternatif Yaşam'a ulaşma istatistiklerini incelediğimde, arama kelimeleri içinde neredeyse hiç KOMPOST kelimesinin olmaması düşündürücü ve bir o kadar da üzücü. Pekmez yapımı ve Sirke Yapımı hala en çok aranan kelimeler sıralamasında ilk ikiyi oluşturuyor.

Tam evde kompost yapımını öğrendim derken Meyvelitepe (kompost denemelerine onların yazıları ile başlamıştım) sayfalarında okuduğum Bukashi kovaları yeni bir denemenin ışığını yaktı.

Şimdi sırada Bukashi Kovaları denemeleri var.

Pazar, Ekim 11, 2009

Alet İşler, El Övünür

Heyacanla başladım cumartesi sabahına. Ahşap Zeytinyağı Makinasını tamamlamayı planlıyordum. Makinayı cumartesi tamamlayacak, pazar günü de zeytinyağı için ilk sıkım denemesini yapacaktım.

Demircideki işleri halletmek için sanayiye giderek başaldım cumartesine. Sonsuz vidaya T yapacak demiri ve somunları tahtaya vidalamamı sağlayacak demir plakaları hazırlattım.




Makinanın yan dikmeleri 14x10 cm ebatında ve 70 cm uzunluğunda. Bu dikmelere yerleştirilecek kiriş 6x10x55 cm ebadında. 7,5 cm'lik dekopaj bıçağımla "bir şekilde" kesim yapabileceğimi düşündüm. Ve Fakat tüm cumartesi günü uğraşmama rağmen gün sonunda sadece dikmelere geçecek olan kirişin deliklerini açabildim.



Yarın atadan, babadan kalma testere ile çalışmaya devam edeceğim.

Çarşamba, Ekim 07, 2009

Ahşap Zeytinyağı Makinası



Eski usul baskı sistem ile zeytinyağı elde etme üzerine kafa yoruyorum.

Yaptığım araştırmadan sonra ikibin yıldan uzun bir süre önce kullanılmaya başlanılan ve 18. Yüzyıl sonuna kadar kullanılan resimdeki baskı makinasında karar kıldım. (İlgilenenler için linki burada) İskelet olarak resimdeki sistemi kullanacağım. Geçen hafta cumartesi birinci sınıf çam kerestesinden iskeletin parçalarını kestirdim. Resimdeki ahşap sonsuz vida yerine 14 mm kalınlığında metalden sonsuz vida kullanacağım. Kafamda baskı makinasının marangozluk işlerini bitirdim. Bu cumartesi kerestelerin kesimleri, zımparalanması ve montajını yapmayı planlıyorum.

Baskı makinası işini kafamda halletim ama zeytinleri ezme ve zeytin hamuru haline getirme işini nasıl yapacağıma henüz karar vermedim. Eski usul taştan bir gedikte, bir mile geçirilmiş iri bir taş ile ezmek ilk akla gelen usul ama bunu ulaşılabilir ve ucuz malzeme kullanarak nasıl yaparım bilemiyorum. Ahşaptan büyük bir havanda tahta tokmak ile ezmek aklıma gelen bir başka çözüm ama bu uygulama verimli olur mu bilemiyorum.

Zeytin hamuru oluşturmak için öneriniz varsa bilmek isterim.

Cumartesi, Eylül 26, 2009

Alternatif Eğitim

Dün ikinci kez baba oldum. Oğlumuz Tuna sağlıklı olarak bize katıldı.

Büyük şehirlerden uzakta, kırsalda, bir ilçede veya bir köyde kurulacak bir yaşam kurgusunu paylaştığım bir çok kişi böyle bir hayatı istemelerine rağmen çocuklarının eğitimlerini düşündükleri için büyük şehirlerden uzakta yaşayamayacaklarını söyler. Hatta bazı dostlarım işi biraz daha ileri götürerek, çocuklarımdan dolayı benim de alternatif bir yaşama geçemeyeceğimi iddaa ederler...
...
Bizim eğitim sistemimizde, üniversite sınavında, sinüs ve cosinüs değerleri problemlerde verilir, tüm tabloyu ezbere bilmenize gerek yoktur. İngilizlerin, Hindistan'ı sömürge olarak yönettikleri dönemde, Hintlilere cosinüs ve sinüs tablosunu ezberlettiklerini duymuştum. İngilizler, hintlilerin beyinlerini bu şekilde pasifleştirmeyi planlıyorlarmış. Birilerinin neye/nereye göre belirlediği bilinmeyen bir eğitim sistemine ne kadar güvenebilirim?

İnternetin ve dolayısı ile bilgiye ulaşabilmenin cep telefonuna kadar indiği günleri yaşıyoruz. Çok değil onbeş sene önce bu imkanların hiçbirine sahip değildik. Onbeş sene sonra bilgiye ulaşabilmede nasıl imkanlara sahip olabiliriz tahmin edemiyorum ama öngörüm tüm dünyada, tüm eğitim sisteminin değişmek zorunda olduğu yönünde. Önümüzdeki zaman içinde eğitim sistemi kaçınılmaz olarak internete endekslenecek.

Çocuklarımın alternatif yaşam çifliğini kuracağım ilçede/köydeki okula gitmeleri planlıyorum. Eşim ve benim okul dışı zamanlarda onların eğitimine ayıracak vaktimizin olacağını biliyorum. Liseyi isterlerse en yakındaki lisede, isterlerse açık lisede tamamlayabilirler. Onbeş sene sonra üniversite sınavının hala olacağını varsayarsam, çocuklarımın üniversite sınavındaki olası eğitim açıklarını internet üzerinden alacakları derslerle kapatacaklarına inanıyorum. Tabii bir de "üniversite okumak zorunda mıyız?" sorusu var ki o çocuklarımın verecekleri bir karar.

Bu noktada "Düşünce Gücüyle Tedavi" kitabından bir alıntı yapmak istiyorum:
Okullarda öğretilen ilk konunun "Düşüncelerimiz nasıl çalışıyor?" olmasını çok isterdim. Çocukların savaş tarihlerini ezberlemelerinin önemini hiç anlamış değilim. Düşünce enerjisinin ziyani gibi geliyor bana. Bunların yerine onlara şu tür önemli konuları öğretebiliriz. Zihin nasıl çalışır? Mali durumla nasıl baş edilir? Ekonomik güvence için nasıl yatırım yapılır? Nasıl anne baba olunur? Sağlıklı ilişkiler nasıl yaratılır? Özgüven ve özdeğer nasıl kazanılır ve korunur vb.

Çocuklarımın eğitimi konusunda yukarıda anlattığım ana çerçevede düşünürken Alternatif Eğitim Derneği web sayfası ile karşılaştım. Alternatif Eğtimin tarihçesi, alternatif eğitim uygulamaları, felsefi temelleri, değer ve ilkeleri hakkında geniş kapsamlı yazılar yayınlamışlar. Okuduklarım planladıklarıma olan inancımı arttırdı ve düşüncelerimin doğruluğunu eğitimci kişilerin gözünden görebilme şansını sağladı.

Çarşamba, Eylül 16, 2009

Kül Suyu




İnternette kül suyunun bulaşık ve çamaşır makinalarında doğal temizlik malzemesi olarak kullanılabileceğini okuyunca denemeye karar verdim.

Her zaman ekmek aldığım, odun ateşinde ekmek pişiren, fırına gittim. Küllerini nereye döktüklerini sordum, külleri döktükleri yeri gösterdiler, bir kova kül doldurdum. Kül dolu kova ile heyecanla eve geldim. Bir başka kovaya, yarım kova kül koyup kalan yarısını su ile doldurdum. Kovayı iyice karıştırıp, bahçede güneş gören bir yere koydum. Birkaç gün boyunca kovanın yanından gelip geçerken kovayı karıştırdım. İşleme başladıktan üç gün sonra kovanın üstündeki suyu, alttaki kül tabakasını bulandırmadan, dikkatlice süzdüm. Kül suyunu süzerken detarjan gibi köpürdü. Açık sarı renkli kül suyunu bir pet şişeye koydum.

Kül suyunu ilk olarak çamaşır makinasında denemeyi düşünüyordum ama deneme için kullanabileceğim yeteri miktarda kirli çamaşır olmadığı için bulaşık makinasında denemeye karar verdim. Yarısı oldu bulaşık makinasının, deterjan gözüne kül suyunu doldurdum. 55 derecelik programda makinayı çalıştırıp, bahçeye çıktım. Yarım saat sonra bahçeden içeri girip, makinaya baktım... Normalde çalışır durumdaki makinanın dijital gösterge bölümünde ışık yanması gerekiyorken, makinada hiçbir ışık yanmıyordu. O an bir şeylerin yanlış gittiğini anladım :) Bulaşık makinasının kapağını açtım, deterjan gözünde hiç kül suyu kalmamıştı. Bulaşıklar bir nebze temizlenmişti. Makinanın dibinde iki parmak kalınlığında su, tahliye olmadan birikip, kalmıştı. Üç, beş kez makinayı yeniden çalıştırmayı denediysem de makinada her hangi bir çalışma, enerji belirtisi olmadı. Sigortanın atmış olacağını düşünerek, sigortaları kontrol ettim. Tüm sigortalar sağlam görünüyordu. Yenilgiyi, başarısızlığı ve makinayı bozduğumu kabullenip denemeyi bıraktım.

Ertesi gün yetkili servisi arayıp, makinanın tamir edilmesi için talepte bulundum.

Nasıl oldu bilmiyorum ama bu deneme sonucunda makinanın ana kartı yanmış ve tamir edilmesi epey pahalıya patlayacak. Gelecek zaman kipinde yazıyorum çünkü ana kartın İstanbul'dan gelmesi birkaç günü bulacakmış.

Tüm bu sürecin sonunda en büyük kaybım hanımın ve kızımın gözünde çizilen "itibarım" ve ileride yapacağım deneysel faliyetlerdeki kredimin kaybolması oldu.

Şimdi nasıl olur da kül suyunu çamaşır makinasında denerim diye düşünüyorum.


19/Eylül/2009 NOTU : Bugün bulaşık makinası tamir edildi. Tamir sırasında ana kartın yanmasına detarjan bölümüne koyduğum "sıvının" etkisinin olup olmadığını sordum. Deterjan bölümüne koyduğum sıvının ana kartı yakamayacağı, elektrik akımında meydana gelen bir değişikliğin kartı yakmış olabileceği söylendi. Kuvvetle muhtemel ki kül suyu suçsuz. Yorum bölümünde dediğim gibi, makinanın bozulası vardı ve bu kül suyuna denk geldi...

* BU YAZININ YORUMLAR BÖLÜMÜNÜ VE KÜL SUYU 2 BAŞLIKLI YAZIYI OKUMANIZI TAVSİYE EDERİM...

Salı, Eylül 08, 2009

Köpekbalığı Tarzı Yönetim

Turkform adresinden bir alıntı ile konuya gireyim.

- - - - - - - - - - - - - -

Minik bir açıklama… İki tür stres vardır: yapıcı stres (eustress: cesaretlendirici ve teşvik edici stres türü) ve yıkıcı stres (distress: fizyolojik ve psikolojik olarak zarar verici stres türü). Yapıcı stres gereklidir; bizi canlı tutar. Yıkıcı stres ise şu günlerde yaşadığımız türden psikolojik ve fizyolojik etkileri negatif olan strestir.

Japonlar taze balığı hep çok sevmişlerdir. Fakat, Japonya sahillerinde bol balık bulmak mümkün olmamaktadır. Balıkçılar, Japon nüfusu doyurabilmek için, daha büyük tekneler yaptırıp daha uzaklara açılabilmişlerdir. Balık için uzaklara gidildikçe, geri dönmesi de daha çok vakit alır olmuştur. Dönüş bir iki günden daha uzarsa, tutulan balıkların da tazeliği kaybolmaktadır. Japonlar tazeliği kaybolmuş balığın lezzetini sevmemişlerdir. Bu problemi çözebilmek için, balıkçılar teknelerine soğuk hava depoları kurdurmuşlardır. Böylece, istedikleri kadar uzağa gidip tuttuklarını da soğuk hava deposunda dondurulmuş olarak saklayabileceklerdir. Ancak, Japon halkı taze ile donmuş balık arasındaki lezzet farkını hissedebilmekte ve donmuş olanlara fazla para ödemek istememektedirler. Balıkçılar bu defa teknelerine balık akvaryumları yaptırmışlardır. Balıklar içeride biraz fazla sıkışacaklar; hatta birbirlerine çarpa çarpa biraz aptallaşacaklar; ama yine de canlı kalabileceklerdir. Japon halkı canlı olmasına rağmen bu balıkların da lezzet farkını anlayabilmektedirler. Hareketsiz ve uyuşmuş vaziyette günlerce yol gelen balığın, canlı, diri ve hareketli taze balığa göre lezzeti yine etkilenmiştir.

Balıkçılar nasıl olacak da Japonya'ya taze ve lezzetli balığı getirebileceklerdir? Siz olsaydınız ne yapardınız?

Hedeflerinize ulaşır ulaşmaz -mesela, mükemmel bir eş buldunuz; çok başarılı bir firmaya girdiniz; borçları ödediniz; vs.- heyecanınız kaybolmaya başlamaz mı? Aşırı çalışmanız gerekmiyorsa rahatlamaz mısınız? Loto'da büyük ikramiyeyi kazananlar, parayı savurmaya başlamazlar mı?

Japonların taze balık probleminde olduğu gibi, çözüm aslında basittir: 1950’li yıllarda L. Ron Hubbart’ın gözlemlediği üzere, “İnsanoğlu ancak hırs iddiası içinde bulunursa anormal çabalar sarf eder”. Ne kadar akıllı, uzman ve inatçı iseniz, iyi bir problemle uğraşmaktan o kadar zevk alırsınız. Problem sizi ne kadar zorluyorsa ve siz onu adım adım çözebiliyorsanız, o derece bundan mutluluk ve heyecan duyar; enerji dolu ve canlı olur; ayakta kalırsınız.

Japonlar balıkları yine teknelerindeki akvaryumlarda tutmuşlar; ancak, içine küçük bir köpekbalığı da atmışlardır. Bir miktar balık, köpekbalığı tarafından yutulmuştur; ama geride kalanlar, son derece hareketli ve taze kalabilmişlerdir. Buradan da görüleceği üzere, problemlerden uzaklaşmaktansa onların içine atlamak, onlarla boğuşmak ve onları yenmek gerekir. Problemleriniz çok ve çeşitli olabilir. Ümitsiz olmayın. Onları tanıyın ve organize edin. Kararlı olun. Daha çok bilgi ve yardım desteğiyle onlarla savaşın. Beyninize bir köpekbalığı atın ve nelere ulaşabileceğinizi o zaman görün.


- - - - - - - - - - - - -

Köpekbalığı tarzı yönetim diye bir şey duymuştum. "Köpekbalığı Yönetimi" kelimeleri ile arama yapınca Japon balıkçıların yukarıda anlatılan tecrübesine ulaştım. Aradığım bilgi buydu ama yukarıdaki yazı işin yönetim boyutuna değinmeyen ve yazının geneline bakınca olumlu düşünceler içeren bir yazıydı.

İnternette araştırmaya devam ettim. Köpekbalığı tarzı yönetim hakkında bana anlatılan ve benim algıladığım anlamda bir bilgiye ulaşamadım. İş başa düştü ve yukarıdaki örnek üzerinden yönetim hakkında ben ne anlıyorum onu anlatmak istedim.
Köpekbalıkları ile aynı akvaryumda yüzmek zorunda olan ve sürekli köpekbalığı huzursuzluğu hisseden balıklar gibi işyerinde yöneticiler tarafından bilinçli/bilinçsiz yaratılan huzursuzluk ortamı ile çalışanlar sürekli stres altında tutuluyor ve çalışanlardan azami verim alınması hedefleniyor.

Bir işi yapmak için gerekli olan insan sayısından daha az sayıda insana, sinir, stres altında iş yaptırılıyorsa... Yapmanız gereken işin sizin/takımınızın yapabileceğinizden fazla olduğunu düşünüyorsunuz, durmaksızın çalışmanıza rağmen işler yetişmiyor, belki farkında değilsiniz ama birileri havuzunuza köpekbalığı atmış, keyifle sizi izliyor.

Mesai bitiminden sonra ve hatta haftasonları saatlerce mesai yapmak zorunda kalıyorsunuz. İşin doğasının bu olduğunu düşünüyor, kapının önüne konmamak için sesinizi çıkaramıyorsunuz. Yine köpekbalıkları ile yüzüyorsunuz.

Çalışkan, üretken ve yaratıcı olmam için köpekbalıklarına ihtiyacım yok. Gelin görün ki kaçımız kendi havuzumuzda yüzüyoruz?

Cumartesi, Eylül 05, 2009

Mercek (Büyüteç) Ne Kadar Isı Üretir?



Çocukluğumuzda bir çoğumuzun büyüteç ile kağıt yakmışlığı vardır.

Bu haftaki deneyimiz basit bir deney. Mercek (Büyüteç) ne kadar ısı üretir?

Deney malzemelerimiz:
(Resimde merceklerin çaplarını belirtmek için resime bir metre eklemiştim ama metrenin rakamları seçilmiyor)
5.5 cm çapında bir büyüteç,
10 cm çapında ikinci büyüteç,
Siyah bir zemin,
ve
300 C'ye kadar ölçüm yapabilen dijital bir termometre.

Deney zamanı : 13:00

Siyah zemin üzerindeki termometrenin ucuna 5.5 cm çaplı mercek ile odaklanan güneş ışığı 121 C azami ısıya ulaştı.

Siyah zemin üzerindeki termometrenin ucuna 10 cm çaplı mercek ile odaklanan güneş ışığı 204 C !! azami ısıya ulaştı.

Üç-Dört dakikada doğal yollardan 204 C'lik bir ısı.

Deneyimden çıkardığım sonuç mercek çapı büyüdükçe elde edilen azami ısı büyüyor. 10 cm den daha büyük çaplı bir mercekle 204 C'nin ne kadar üzerinde bir ısı elde edilebilir?

Merceği sürelik odak noktasında tutmak üstesinden gelinmesi gereken bir sorun, şimdilik bu sorunu insan gücü/dikkati ile aşabiliyorum. Mekanik/Otomatik olması durumunda çok ucuza, çok büyük bir enerji elde edilebilir. İşte size mühendislik fakültesi öğrencilerine dönem projesi...

Her Koyun Kendi Bacağından Asılır



Sıcak, Düz ve Kalabalık kitabını yeni bitirdim.

Kitaptan altını çizdiğim birkaç bölümü ve düşündüklerimi yazmak istedim.

"Çin ve Hindistan'da son otuz yılda 200 milyon kişi yoksulluktan kurtuldu ve artık köylerde değil, şehirlerde orta sınıf hayatı yaşıyor. Onların ardında bir 200 milyon, onlarında ardında bir 200 milyon kişi daha var. Hepsini de sırasını bekliyor. Bu insanların devletleri de onları Amerikan hayat tarzından yoksun bırakamayacak." Artan şehirli nüfus ve artan enerji talepleri tüketimi ve kirlenmeyi hızla tetikliyor.

Amerika'nın konfor ve gelişmişlik düzeyine gönderme yapıldıktan sonra: "Tüm gelişmekte olan ülkelerin bir anda bizim düzeyimizi yakaladıklarını varsayalım, dünya tüketim oranı 11 kat yükselir. Dünyanın nüfusu mevcut tüketim oranına göre 72 milyara ulaşmış gibi olur."

"Çin'de her yıl 45 milyar atılabilir yemek çubuğu kullanılıyor. Bu da 1.66 milyon metreküp kereste, yani milyonlarca yetişmiş ağaç demek."

"Petrol zengini devletlerde petrol fiyatıyla özgürlüğe yönelim hızı, ters yönde harekey eder. Yani ortalama ham petrol fiyatı ne kadar yüksekse, ifade özgürlüğü, basın özgürlüğü, serbest ve adil seçimler, toplantı özgürlüğü, kamu yönetiminin şeffaflığı, adli bağımsızlık, hukukun üstünlüğü, bağımsız siyasi partilerin ve sivil toplum örgütlerinin kurulması gibi alanlardaki gerileme o kadar fazladır." "Bunun tersine petrol fiyatı ne kadar düşerse özgürlüğün hızı da o kadar yükselir."
Kitapta petrol varil fiyatı ve özgürlük ilişkisi uzun uzun anlatılıyor. Kitaptaki bu bölüm aile boyutunda oluşturulan alternatif yaşamların, zamanla birbirlerini örnek alarak yaygınlaşması ve makro boyuta gelmesi sonucu yaratacağı etkilerin dünyayı nasıl etkileyebileceği konusunda yeni açılımlar oluşturdu kafamda.
Kendi kendine yeten, asgari ölçüde dışa bağımlı, aydın, iyi eğitim almış ve fakat sistemin içine dahil almayı reddeden bireylerden oluşan binlerce ailenin olduğunu hayal edelim:

Türkiye'de neler olabilir?
* Kaliteli ve yetişmiş insanlar, emeklerinin ucuza alındığı, maaşlı kölelik sistemine girmezlerse, yani kaliteli iş gücü arzı azalırsa, fiyat/maaş ne olur?

Geçenlerde bir sohbette, yıllarca büyük maddi yatırımlar yaparak okutulacak çocuklarımızın onbeş, yirmi yıl içerisinde, şu an Filipinler ve Hindistan'daki ucuz ve "kaliteli" iş gücünün alternatifi olacağını dile getirdim. Karşı görüş olarak; Hindistan ve Filipinlerin bir zamanlar İngiliz sömürgesi olduğu ve bu nedenle İngilizce bilgilerinin eksiksiz olması sayesinde, gelişmiş ülkelerde yapılabilecek birçok işi ucuza yaptıkları belirtildi. Neyseki İngilizce öğrenme çılgınlığımız henüz "ana okulu seviyesine inmedi", hiçbir zaman İngiliz sömürgesi olmadığımıza şükredip, çocuklarımızın ucuz iş gücü olmayacağına sevindim ve sohbete başka bir konu ile devam ettim.

* Dünyanın en pahalı benzinini kullanan ülkenin vatandaşları olarak, Türkiye'de binlerce insanın yılda sadece beş, altı depo benzin/dizel kullandığını düşünelim. Hatta kullandıkları o beş, altı depo dizeli kendileri ürettiklerini düşünelim. Sizce Türkiye'de neler olur? Bu noktada kitaba geri dönelim. Dünya'da neler olur? Suudiler bu durumda olur mu? Kitaptan bu bölüm ile ilgili çıkardığım sonuç; binlerce alternatif yaşam çiftliği olursa Suudi kadınlar özgür olacak...

Türkiye'yi değiştirebilecek kadar çok sayıda insan Alternatif bir yaşam seçer mi? 170.000 insanın, kabaca 40.000 - 45.000 orta ve orta gelir düzeyinde, okumuş, aydın ailenin, Türkiye'de tüketim ve modern kölelik sisteminin dışana çıktığını hayal edin. 170.000 insan çok büyük bir rakam mı? Amishler aklıma geliyor. Gerçi onlar dini bir tarikat ama sonuçta Amerika gibi bir toplumda yaşayıp teknoloyi reddetmeyi başarmış 170.000 insan. Yanlış anlaşılmasın, biz de teknolojiyi reddedelim, Amish gibi yaşayalım demiyorum, amacım istenirse olabilirliğini göstermek.

Kitabın yazarı bir Amerikalı. Thomas Friedman. Satırlarında sık sık Amerikan politikalarını eleştiriyor, kitabın genelinde ise "Dünya lideri Amerika" vurgusu yapılıyor. Amerikanın yeniden dünya lideri olmasının, yapacağı Yeşil devrim ile mümkün olacağı belirtiliyor. Anlattıklarına bakınca haksız da sayılmaz. 11 Eylül'den sonra Amerikan politikasına getirdiği eleştiri çok yerinde.

11 Eylül'e kadar Amerika Arap dünyasına çeşitli benzin istasyonlarından oluşan bir zincir gibi davrandı: Suudi istasyonu, Libya istasyonu, Kuveyt istasyonu. "Bakın çocuklar" dedik onlara "anlaşmamız şöyle: Pompalarınızı açık, fiyatlarınızı düşük tutup Yahudilerle fazla uğraşmadıkça bunun karşılığında istediğinizi yapabilirsiniz. Kadınlarınıza kötü davranabilirsiniz. Vatandaşları9nızın hangi hakları varsa onları elinden alabilirsiniz. Hakkımızda istediğiniz çılgın kopmle teorilerini basabilirsiniz. Çocukjlarınızı istediğiniz kadar diğer inançlara karşı hoşgörüsüz yetiştirebilirsiniz. Camilerdeki vaazlarınızda istediğiniz zehri akıtabilirsiniz... Sadece pompalarınız açık, fiyatlarınız düşük olsun ve İsraillilerle de fazla itişip kakışmayın. Bunun karşılığında istediğinizi yapın."

Peki dünyayı kurtarmak için ne yapacağız? NTV, Home belgeselini yayınlandıktan sonra bir canlı yayınla dünya'yı nasıl kurtaracağız? konusunda çevreye "duyarlı" meşhur kişilerle bir program yaptı. Bu yıl sonunda Kopenhag'da dünya liderleri bir toplantı yapacaklarmış ve geleceğimizi belirleyeceklermiş, miş miş, muş muş. Büyük Çöküş sayfalarında Home belgeselinin yayını sırasında NTV nin içine düştüğü çelişki çok güzel anlatılmış. Sözde çevreci bankalarımızın buldukları çözümlere ne demeli? "Yeşil Fon" diye bir ŞEY çıkarmışlar. Çevre Kredi sunumunu internette yayınladıktan sonra çıkan bu ŞEY için ilk duyduğumda "İşte dedim biri benim fikrini fark etti ve değerlendiriyor" diye düşündüm. Girdim internete Yeşil Fon neymiş baktım. Çevreye duyarlı firmaların hisse senetlerinde oluşan bir portföy oluşturmuşlar, bana kakalamaya çalışıyorlar. Çevre Kredi benzeri bir proje ile gelin, şapka çıkarayım. Küçük bir hatırlatma yapmadan geçemeyeceğim. Çevre Kredi ve Bireysel Emeklilik için yazdığım yazıyı henüz kimse çürütmedi.

Kitaba dönelim ve bakalım kitap çözüm için ne diyor:

Acı gerçekse şöyle: Hepimizin yapması gereken kolay ve maliyetsiz eko verimlilik önlemlerinin hepsini toplasak, en iyi durumda elde edeceğimiz şey, çevreye verilen zararın büyümesinin azalmasıdır... Geri dönüşümü saplantıyla uygulamakla veya birkaç özel ampul takmakla çevreye verilen zararı sona erdiremeyiz. Uç teknolojik değişikliklerden ziyade enerji, ulaşım ve tarım sistemlerimizde temel değişiklikler yapmamız gerekir ve bu da şimdilik ve gelecekteki olası liderlerimizin tartışmaktan korkar göründüğü değişim ve maliyet meselesini gündeme getirir.

Bu sene sonunda Kopenhag'da dünya liderleri ne yapacak? Bana sorarsanız "mastürbasyon" derim.

Peki Yenilebilir Enerji bir çözüm olmaz mı? Olabilir tabii ama kitapta öyle bir bölüm var ki, bu bölümü okuduktan sonra fikrim değişti. Yenilebilir enerjinin petrole bir alternatif olabileceği konusunda daha umutsuz oldum. Bölümün adı: Taş Devri, elde taş kalmadı diye bitmedi. 1970 lerde petrol fiyatlarının çık hızlı ve yüksek artması karşısında o dönemin Suudi Arabistan petrol bakanı Zeki Yamani'nin OPEC üyesi meslektaşlarına uyarısı, anlatılanlara göre şöyle olmuş: "Unutmayın arkadaşlar, taş devri elde taş kalmadı diye bitmedi" Taş devri önce bronzdan, sonra demirden aletler yapıldığı için bitti. Yamani de petrol tüketen ülkelerin çabalarını birleştirerek yenilebilir enerji üretmesi veya enerji verimliliğinde üssel bir atılım sağlanması halinde, yerin altında milyonlarca varil petrol varken petrol çağının sona ereceğini biliyordu. Yani petrol varil fiyatı hiçbir zaman 500 dolar olmayacak (bu iyi haber), bu adamlar bu işi öyle güzel ayarlamaya devam edecekler ki, petrol her zaman alternatif enerji kaynaklarına göre daha ucuz tutulacak. Bu nedenle üretimini petrol kullanarak yapanlar her zaman daha ucuz maliyete sahip olacak.

Çözüm ne? Kitap der ki; Hükümetin istemediğimiz şeye (karbon salan kaynaklardan enerji elde edilmesi) vergi koyup, istediğimiz şeyi ( temiz enerjiye yönelik inovasyonlar) sübvanse etmesi gerekir. Sizce bunu yaparlar mı?

Buraya kadar kitaptan aldığım alıntılar kitabın ilk yarısını oluşturuyor. Kitabın sonraki yarısı ilk yarısı kadar aydınlatıcı ve lezzetli.

Yönetilemez olandan kaçınmak, kaçınılmaz olanı yönetmek. Küresel ısınma için bulunan sloganlardan biri. "Yönetici", "lider" konumundaki kimselerin birşey yapacağına inanmıyorum. Öyleyse bireysel kurtuluşlarımızı sorgulamalı, planlamalıyız. Çocukluğumda eve geç kaldığımda, düşük not aldığımda, "Ama anne Mehmet de eve geç gitti, Mehmet de düşük not aldı" gibi suçuma ortak arama girişimlerimi, annem "Her koyun kendi bacağından asılır" diyerek savuştururdu. İşime gelmediği için bu deyimi hiç sevmezdim.

Yani çıkardığım sonuç şu: Dünyayı yönetenlerin, özellikle Amerika'yı ve Çin'i yönetenlerin, bir şey yapacakları yok. Biz kendi çözümlerimizin peşinde koşalım, sonuçta her koyun kendi bacağından asılacak.

Çözümlerimiz neler olabilir sorusunun cevabı başka bir yazı konusu olabilir.

Pazar, Ağustos 30, 2009

Deniz Suyundan Tatlı, İçilebilir Su Elde Etme

Home (Yuva) belgeselini seyrettiğimden beri kafamda "SU" sorusu var.

"Bir günde 5000 insan kirli içme suyu yüzünden ölüyor. Bir milyar insan temiz içme suyuna ulaşamıyor."

Denizlerle çevrili bir ülkede, denizden elli metre uzakta yaşayan biri olarak, ev ortamında ve doğal kaynakları kullanarak deniz suyundan tatlı, içilebilir su elde etmek mümkün mü? sorusunu araştırmaya başladım. İnternette basit bir, iki proje buldum. Okuduklarımı kafamda harmanladım ve bir zihni sinir projesi ürettim.



TEORİ :
* Birkaç mercek yardımı ile güneş ışığı cam şişeye odaklanır.
* Merceklerin odakladığı noktadan şişenin içindeki deniz suyu ısınmaya başlar.
* Şişenin içindeki su kaynar, buharlaşan su bakır boruya ulaşır.
* Sarmal bakır boru içinde ilerleyen buhar, su dolu kutuda hızla soğur.
* Sarmal bakırın bulunduğu su kutusunun atındaki çıkıştan içilebilir su elde edilir.

Teori güzel. Gelelim uygulamaya.

Cam şişenin yuvarlak hatlarına mercekle güneşi odaklamak mümkün olmadı. Cam şişeyi siyaha boyayıp denedim, sadece şişenin boynuna yakın bölgeye güneşi odaklaya bildim. Şişenin en üstünden şişenin içindeki deniz suyunu kaynatabilmek mümkün olmadığı için bu denememde başarısız oldu.
"Bir ısı kaynağı ile" şişeyi alttan ısıtarak kaynama sağlayabilir ve sistemi test edilebilirdim ama doğal yoldan ısınma sağlamadığım için bunu denemek istemedim.

Yeniden bir proje ürettim. Cam şişe yerine yüzeyi düz, metal bir depo kullanmayı planladım. Bir A4 büyüklüğünde, dört, beş santimetre kalınlığında siyaha boyalı metal bir deponun ortasından çıkacak boruya, cam şişede kullandığım mantarı takacak ve düzeneği bu şekilde çalıştıracaktım. Bir türlü belirttiğim özelliklerede bir metal depo yaptıramadığım için bu projeyi deneme şansım olmadı.

Geçen hafta lastik ocağı deneyince aklıma, lastik ocağını deniz suyundan tatlı su elde etmede kullanıp, kullanamayacağım geldi.



Lastik Ocağın ortasına bir kap yerleştirdim. Bu kabın ortasına ise bir başka kap yerleştirdim. Ortadaki kabın içine deniz suyu koydum ve lastik ocağın üstünü cam ile kapattım.

TEORİ :
* Ocağın içindeki deniz suyu buharlaşacak.
* Buharlaşan su cama çarpacak.
* Cam üzerine yerleştirilen aleminyum folyo ile nispeten soğuk olan yüzeyde yoğunlaşarak damlarak halinde aşağıya akacak.
* Cam yüzeyden düşen damlalar, dış kapta toplanacak.

Teori güzel. Gelelim uygulamaya.



* İç kaptaki deniz suyu, lastik ocağın içindeki yüksek ısı ile hemen buharlaştı ve cam yüzeyde damlacıklar oluşturdu. Lastik Ocağın içindeki ısı 65.2 C'ye kadar çıktı.
* Soğutma bölgesi olarak konulan aleminyum folyo verimli çalışmadı. Konmasada olabilirdi.
* Cam yüzeyde toplanan damlacıklar, teoride planlandığı üzere dıştaki kaba damlayacaklarına, camın lastik ile temas ettiği noktadan lastiğin altına aktı.
* Tüm deney boyunca yoğun bir buharlaşma elde edebildim ancak buharlaşan damlacıkları verimli toplayamadığım için deney sonunda dış yüzeydeki toplama kabında20-30 cc su biriktirebildim.

Biriktirdiğim suyu tattım. Lastik kokulu olmakla beraber, tatlı suydu.

Şimdi çalışmaya ve düşünmeye devam.

TEORİ :
* Lastik ocağın merkezine yukarı doğru bir boru çıkan, siyah metal bir depo yerleştirilir.
* Lastik ocağın üzerindeki cama, metal depodan çıkan borunun kalınlığında, bir delik açılır.
* Metal depodan ve lastik ocağın üzerindeki camdan çıkan boruya, mantarlı, sarmal bakır borunun olduğu soğutma bölümü yerleştirilir.
* Metal deponun içindeki deniz suyu, lastik ocağın merkezindeki yüksek ısı ile buharlaşmaya başlar.
* Buharlaşan su borudan yükselir ve bakır sarmala ulaşır.
* Suyun içindeki bakır sarmalda soğuyan buhar su olarak bakır sarmalın bulunduğu kutunun altından damlar.

Teori güzel. Uygulama ne zaman olur bilemem.

Bir arkadaşım ısıtma sistemi olarak güneş enerjilerinde kullanılan sisteme benzer bir sistem kullanmamı önerdi. Ve fakat güneş enerjilerinde suyun ısınma prensibi nasıldır? Güneş enerjisi sistemine benzer bir sistem, benim basit sistemimden daha kolay ve ucuz mudur, bir fikrim olmadığı için şimdilik bunu projelendirmedim.

Tüm bu okuduklarınızdan sonra, neden bu kadar uğraşıyorsun ki, şöyle şöyle yapsaydın çok kolaylıkla, doğal yollardan ve verimli şeklide deniz suyundan tatlı su elde etmeyi başarırdın diyorsanız, bu yazı bunu bilmek için yazılmıştır, paylaşırsanız sevinirim.