Gaia Education'daki eğitmenim izlememiz ve yorumlamamız için sınıfa bir belgesel önerdi. Belgeselin adı : The Power of Community. How Cuba Survived Peak Oil. (Toplumun Gücü. Küba Peak Oil krizinden nasıl kurtuldu.) 4 Ocak'a kadar belgesel hakkında bir yorum yazıp, sunmam gerekiyor.
Bir sabah kalktınız ve artık petrolün ülkenizde olmadığını öğrendiniz. Nasıl olur? Birden petrol mü biter? diyeceksiniz. Petrol birden bitmemiş ama 1990 yılında Rusya'nın Küba'ya petrol vermeyi durdurmasıyla Küba için zorunlu petrolsüzlük dönemi bir anda ve hazırlıksız başlamış. Belgesel 1990 - 2004 arasında, petrolsüz dönemde Küba'da neler yaşandığını anlatıyor. İngilizce bilenler filmi Youtube'dan izleyebilirler. Belgeselin Türkçe alt yazısı var mı diye biraz araştırdım ama bulamadım.
Belgeseli İngilizce izleyemeyecek olanlar için belgeselden bazı çarpıcı noktaları bu yazıda paylaşmak istiyorum.
Belgeseli izlerken Türkiye'de aynı şey olsaydı diye düşündüm ve belgeseli izlerken bir yandan da kafamda bu hayali filmi izledim. Kara mizah keyifli bir film izledim kafamda.
1989 yılına kadar Rusya, Küba'ya yılda 13-14 milyon ton petrol veriyor. Değişen ve dağılan Rusya yönetimi, ani bir kararla, bundan böyle Küba'ya eskide olduğu kadar petrol vermeyeceğini ve bundan sonra yılda 1 milyon ton petrol verebileceğini belirtiyor. Bir anda %93 lük azalma. Bu noktadan sonra Küba'da neler olduğunu, petrol bağımlılığının hangi sektörleri ne şekilde etkilediğini, Küba halkının durumu nasıl çözüme dönüştürdüğünü anlatıyor belgesel.
Şimdi Küba'da olanların Türkiye'de olsaydı ne olurdu düşüncesiyle yazdıklarımı okuyun. Ben belgeseli bu gözle izledim ve trajik komik bir tat aldım.
Petrol girişi durunca ilk ve en önemli sorun beslenme oluyor. Traktörlerde kullanılacak petrol bulunmuyor, tarımda kullanılan gübre ve ilaçlar petrol türevli olduğu için üretimleri önemli ölçüde düşüyor. Kırsal alanda yetiştirilen ürünlerin şehirlere taşınması mümkün olmuyor ve şehir halkı açlıkla mücadele etmeye başlıyor. Bebeklerde ve hamilelerde ciddi sağlık sorunları görülüyor. 1994 yılına gelindiğinde Küba'daki insanların ortalama kilosu kriz öncesine göre 9,5 kilo azalmış oluyor.
Ülke elektiriğinin büyük bölümü petrolden sağlandığı için ülke genelinde 14-16 saat süren elektirik kesintileri oluyor. Tropikal bir iklimde olan Küba'da bu kadar süre elektiriksiz kalmak buzdolaplarındaki birçok gıdanın bozulmasına yol açıyor.
Toplu taşımada ve az sayıdaki özel araçta kullanılacak yakıt olmadığı için insanlar işlerine gidemiyorlar. Çin'den birbuçuk milyon bisiklet getiriliyor, kendi kaynakları ile de beşyüzbin bisiklet üretip, halka bisiklet dağıtıyorlar.
Küba petrolsüzlüğün getirdiği sorunlar ile uğraşırken Amerika'nın baskısıyla 1992 yılında Küba'ya uygulanan ambargo daha da sıkılaşıyor. Küba limanlarına uğrak yapan bir gemi altı ay boyunca Amerikan limanlarına giremez kuralı getiriliyor. Bu yasak konteyner gemilerinin Küba'ya uğraklarını durdurmasına yol açıyor. Konteyner gemilerinin bir ülkeye uğramaması demek 15-20 ton gibi küçük ölçekli yüklerin ülkeye girememesi ve ülkedeki ürün çeşitliliğinin olmaması anlamına geliyor. Küba'ya gelen gıda ithalatı %80 azalıyor. Tohum, hayvan yemi, yedek parça, gübre, tarımsal ilaç ithalatı duruyor.
Para alım gücünü kaybediyor ve karne günleri başlıyor.
Beslenmeye çözüm olmak için şehirlerde yaşayan halk bulabildiği her alanda tarım yapmaya başlıyor. Kimyasal gübre ve tarım ilacı bulunamadığı için herkes zorunlu olarak organik tarım yapmak zorunda kalıyor. Ve fakat şehirli halkın tarım bilgisi olmadığı için yetiştiricilikte ciddi sorunlar yaşıyorlar. Öğrenmenin tek yolu deneme, yanılma.
Devlet, sınırlı alanda doğal yollar ile tarım yapmayı öğretmek için Avusturalya'dan iki permakültür eğitmeni getirtiyor. 400 Küba'lı permakültür eğitmeni eğitimi alıyor ve öğrendiklerini halka öğretiyorlar. Evlerin damlarında, sokak aralarında, bahçelerde bulabildikleri her yerde tarım yapıyorlar. Çiftçilik birden en itibar gören meslek haline geliyor. Tüm bu süreçte herkes bildiğini ve öğrendiğini birbiri ile paylaşıyor.
Ürünler şehirde ve şehrin kenarında yetiştirildiği için taşınma zorunluluğu olmadan yerel pazarlarda satılıyor.
Yıllar boyunca kimyasal gübre ve tarım ilaçları ile bozulan toprağı düzeltmek ve verimli hale getirmek beş yıl zamanlarını alıyor. Evsel atıklar kompost ve verikompost (solucan kullanılarak yapılan kompost uygulaması) olarak değerlendirilip, gübre olarak kullanılıyor.
Tarım için sınırlı alanları olduğu için birçok ürünü yan yana ekiyorlar. Ürün çeşitliliği beraberinde canlı çeşitliliğine getirdiğinden zararlılar ile mücadele eden doğal düşmanları da aynı ortamda yer alıyor. Kimyasal ilaç kullanmaya gerek kalmadan ürün zararlılarını doğal düşmanları yok ediyor. (Bizim Uğur Böceği olarak bildiğimiz sevimli böcek, yaprak biti düşmanıdır ve bulunduğu ortamdaki zararlıları yer.)
Zamanla üretilen biogübre (kompost, solucan toprağı) diğer Latin ülkelerine ihraç edilecek kadar artıyor. 1980 yılında Küba'da yılda 21.000 ton tarımsal ilaç kullanılırken, 2004 yılında sadece 1.000 ton tarımsal ilaç kullanılmaya başlanıyor.
Traktör kullanamadıkları için yeniden öküz kullanarak toprağı işlemeye başlıyorlar.
Ülkede toprak reformu yapılıyor ve hazineye ait olan çiftliklerin %40'ı halk tarafında oluşturulan tarım kooperatiflerine veriliyor. Binlerce dönüm hazine arazisi küçük çiftçilere veriliyor. Kendilerine verilen arazide ekim yaptıkları sürece bu araziler sahiplerinde kalıyor.
Ülkede bisiklet kullanımı ve yürüme arttığı için Küba halkının genel sağlığı iyileşiyor.
Şimdi Küba'da olanların Türkiye'de olsaydı ne olurdu düşüncesiyle yazdıklarımı okuyun. Ben belgeseli bu gözle izledim ve trajik komik bir tat aldım.
Petrol girişi durunca ilk ve en önemli sorun beslenme oluyor. Traktörlerde kullanılacak petrol bulunmuyor, tarımda kullanılan gübre ve ilaçlar petrol türevli olduğu için üretimleri önemli ölçüde düşüyor. Kırsal alanda yetiştirilen ürünlerin şehirlere taşınması mümkün olmuyor ve şehir halkı açlıkla mücadele etmeye başlıyor. Bebeklerde ve hamilelerde ciddi sağlık sorunları görülüyor. 1994 yılına gelindiğinde Küba'daki insanların ortalama kilosu kriz öncesine göre 9,5 kilo azalmış oluyor.
Ülke elektiriğinin büyük bölümü petrolden sağlandığı için ülke genelinde 14-16 saat süren elektirik kesintileri oluyor. Tropikal bir iklimde olan Küba'da bu kadar süre elektiriksiz kalmak buzdolaplarındaki birçok gıdanın bozulmasına yol açıyor.
Toplu taşımada ve az sayıdaki özel araçta kullanılacak yakıt olmadığı için insanlar işlerine gidemiyorlar. Çin'den birbuçuk milyon bisiklet getiriliyor, kendi kaynakları ile de beşyüzbin bisiklet üretip, halka bisiklet dağıtıyorlar.
Küba petrolsüzlüğün getirdiği sorunlar ile uğraşırken Amerika'nın baskısıyla 1992 yılında Küba'ya uygulanan ambargo daha da sıkılaşıyor. Küba limanlarına uğrak yapan bir gemi altı ay boyunca Amerikan limanlarına giremez kuralı getiriliyor. Bu yasak konteyner gemilerinin Küba'ya uğraklarını durdurmasına yol açıyor. Konteyner gemilerinin bir ülkeye uğramaması demek 15-20 ton gibi küçük ölçekli yüklerin ülkeye girememesi ve ülkedeki ürün çeşitliliğinin olmaması anlamına geliyor. Küba'ya gelen gıda ithalatı %80 azalıyor. Tohum, hayvan yemi, yedek parça, gübre, tarımsal ilaç ithalatı duruyor.
Para alım gücünü kaybediyor ve karne günleri başlıyor.
Beslenmeye çözüm olmak için şehirlerde yaşayan halk bulabildiği her alanda tarım yapmaya başlıyor. Kimyasal gübre ve tarım ilacı bulunamadığı için herkes zorunlu olarak organik tarım yapmak zorunda kalıyor. Ve fakat şehirli halkın tarım bilgisi olmadığı için yetiştiricilikte ciddi sorunlar yaşıyorlar. Öğrenmenin tek yolu deneme, yanılma.
Devlet, sınırlı alanda doğal yollar ile tarım yapmayı öğretmek için Avusturalya'dan iki permakültür eğitmeni getirtiyor. 400 Küba'lı permakültür eğitmeni eğitimi alıyor ve öğrendiklerini halka öğretiyorlar. Evlerin damlarında, sokak aralarında, bahçelerde bulabildikleri her yerde tarım yapıyorlar. Çiftçilik birden en itibar gören meslek haline geliyor. Tüm bu süreçte herkes bildiğini ve öğrendiğini birbiri ile paylaşıyor.
Ürünler şehirde ve şehrin kenarında yetiştirildiği için taşınma zorunluluğu olmadan yerel pazarlarda satılıyor.
Yıllar boyunca kimyasal gübre ve tarım ilaçları ile bozulan toprağı düzeltmek ve verimli hale getirmek beş yıl zamanlarını alıyor. Evsel atıklar kompost ve verikompost (solucan kullanılarak yapılan kompost uygulaması) olarak değerlendirilip, gübre olarak kullanılıyor.
Tarım için sınırlı alanları olduğu için birçok ürünü yan yana ekiyorlar. Ürün çeşitliliği beraberinde canlı çeşitliliğine getirdiğinden zararlılar ile mücadele eden doğal düşmanları da aynı ortamda yer alıyor. Kimyasal ilaç kullanmaya gerek kalmadan ürün zararlılarını doğal düşmanları yok ediyor. (Bizim Uğur Böceği olarak bildiğimiz sevimli böcek, yaprak biti düşmanıdır ve bulunduğu ortamdaki zararlıları yer.)
Zamanla üretilen biogübre (kompost, solucan toprağı) diğer Latin ülkelerine ihraç edilecek kadar artıyor. 1980 yılında Küba'da yılda 21.000 ton tarımsal ilaç kullanılırken, 2004 yılında sadece 1.000 ton tarımsal ilaç kullanılmaya başlanıyor.
Traktör kullanamadıkları için yeniden öküz kullanarak toprağı işlemeye başlıyorlar.
Ülkede toprak reformu yapılıyor ve hazineye ait olan çiftliklerin %40'ı halk tarafında oluşturulan tarım kooperatiflerine veriliyor. Binlerce dönüm hazine arazisi küçük çiftçilere veriliyor. Kendilerine verilen arazide ekim yaptıkları sürece bu araziler sahiplerinde kalıyor.
Ülkede bisiklet kullanımı ve yürüme arttığı için Küba halkının genel sağlığı iyileşiyor.
--------------------------------------------------------------------------
Belgeselden çarpıcı bir cümle ile devam edeyim: Bir gün hepimizin karşılaşacağı sorunla ilk karşılaşan ülke Küba oldu.
Belgesel Peak Oil kavramının ne olduğunu açıklayarak başlıyor. Peak Oil'in ne olduğunu bu bağlantıdan öğrenebilirsiniz. Yaşadığımız dönem ucuz petrol dönemi olarak biliniyor. Petrol üretimi tepe noktasına ulaştıktan sonra geçen her gün petrol bitimine doğru gideceği için petrol fiyatları her geçen gün artacak. Küba'nın zorunlu ve erken olarak yaşadığını bir gün hepimiz yaşayacağız.
Bu noktada kaos senaryoları yerine petrolün sınırlı bir kaynak olduğunun bilinci ile yukarıda örnekleri verilen bir çok uygulamayı şimdiden hayatımıza geçirerek petrole olan ihtiyacımızı azaltmak ve kalan petrolü çok daha uzun süre kullanmak önemli.
ODTÜ 'de yapılan toplantıda Prof Dr Ali Gökmen, Ankara halinden alınan istatistiklere dayanarak, Ankara'nın %95 gıda ihtiyacının Ankara dışındaki illerden taşınma yolu ile Ankara'ya geldiğini belirtmişti.
Bizler sonu bilenen bir oyunda nelerin peşinde koşuyoruz? Neleri öğreniyoruz? Çocuklarımıza neler öğretiyoruz? (Alternatif Yaşam Planlaması okurları, kardeş siteler yazarları ve emek verenleri hariç...)
4 yorum:
arka arkaya inen yumruklar gibi!
tarım ilacı ve tohum ithalatı olmaması ve organik tarıma yönelmek zorunda kalmak! rüyalar gerçek olsa :)
Petrol vermeyerek, tank, tüfek, asker, işgal olmadan bizim gibi ileri seviyede petrol bağımlısı ülkeler ele geçirilebilir.
Bize petrol satmayı durdursalar, Küba'nın yaptıklarını yapabilme şansımız nedir dersiniz? Küba bile aç kalmışken biz nasıl kendimize yeteriz?
Film yada roman kurgusu olur bu varsayım.
Merhaba, Gaia Education'ı anlatan bir yazınız varsa linkini koyabilir misiniz? Arşivinizde geriye gittim ama gözüme çarpmadı.
Bloğunla Ayra sehri vasıtası ile tanıştım ve çok beğendim. bu yazınızla ilgili, belkide biliyorsunuzdur 1920 doğumlu MARLEN HAUSHOFER'in Duvar kitabını size önermek istedim. Kitap 1963 yılında Arthur Schniztler ödülü almış bir kitap. artık bulunmuyor fakat belki beyoğlu Ada kitapevinde bulabilirsiniz. Çok seveceksiniz. Blog ve emekleriniz için teşekkürler.
Yorum Gönder