Çarşamba, Şubat 28, 2007

Aydın Öleceğiz. (Eeee 2)

Yıl 1995.
Eilat / İsrail’deyim.
Henüz Türkiye’de oynanmaya başlamamış olan Sayısal Loto çekilişini, elimde kupon, canlı yayından seyrediyorum. 4 haftadır kimse 6 bilemediği için devirli ikramiye 21 milyon doları bulmuş.

Bu noktada bir sıçrama yapayım.
Sliding Doors (Türkçeye “Rastlantının Böylesi” diye çevirmişlerdi) filmini seyretmiş miydiniz? Gwyneth Paltrow başroldedir.
(I) Esas kadın (Gwyneth) metroyu birkaç saniye fark ile kaçırır, yolda çantası çalınır. İşe gidemez ve eve döner. Evde erkek arkadaşını, yakın arkadaşı ile yatakta yakalar.
(II) Esas kadın (Gwyneth) metroyu yakalar ve işine gider.
Film bu iki kurgunun doğurduğu sonuçlar çerçevesinde ilerler.

Evet, televizyonun önünde çekilişi bekliyorum. İsrail’e gelme sebebimin bu ikramiyeyi kazanmak olduğunu düşünüyorum. Birazdan dönen toplardan düşecek 6 top, sırası ile benim elimdeki kupondaki numaralardan olacak.
(I) İsrail’deki iş teklifini kabul ediyorum. İsrail’de Sayısal Loto oynuyorum ve kazanıyorum.
(II) İsrail’deki iş teklifiniz geri çeviriyorum. Doğal olarak sayısal lotoyu kazanamıyorum.
Hayatım bu iki kurgunun doğurduğu sonuçlar çerçevesinde ilerler.

Kolaylıkla tahmin edeceğiniz gibi, o çekilişdeki numaralar benim biletimde yoktu.

Türkiye’ye döndükten birkaç sene sonra Sayısal Loto Türkiye’de de başladı. Sayısal Loto’dan sonra Şans Topu ve On Numara da oynanmaya başladı. Haftada 3 çekiliş. 4 hafta geçerli olabilecek şekilde yatırıyorum kuponları. (İsrail’de 33 hafta geçerli olabilecek bir kupon seçebiliyordunuz.) Şimdiye kadar bir kere Sayısal Loto’da 5 bildim. 6 da bileceğim, inanıyorum.

Kazanacağım ikramiye ile alabileceklerimi, yapabileceklerimi, gezeceğim yerleri biliyorum. Asıl mesele neleri alamayacağım, yapamayacağım...

Sayısal Loto ile aynı koşullarda bir çekiliş düşünelim. Sadece kazanılacak ikramiye farklı. 6 numarayı sıralı doğru bilen, dünya çapında kabul gören bir gitar virtüözü olacak yada başarılı kitaplar yazabilecek bir yazar olacak yada saygın bir yönetmen olacak.
Var mı böyle bir çekiliş?

Bir ağabeyimin dediği gibi:

- Aydın öleceğiz ama “fakir” öleceğiz.

Günün Kitabı : Aşkın ömrü üç yıldır / Frederic Beigbeder
Günün Albümü : 12 Memories / Travis

Pazar, Şubat 25, 2007

Eeee (So What)

Servete, kariyere, ihtiyacından, tüketebileceğinden, daha fazlasına sahip olmaya, şöhrete, mevkii sahibi olmaya karşı gönülden Eeeee diyebiliyorsanız Alternatif Yaşamı sorgulamaya başlayabilirsiniz.

Çok severim Eeeee demesini. İstemsiz olarak “So What” (Metallica’nın ve Steve Ray Vaughan’ın birbirinden farklı So What adlı şarkıları var, özellikle Metallica’nın So What şarkısının sözlerine dikkat.) dediğim de oluyor. So What’ın sonunu whATH şeklinde vurgulu söylerseniz, fonetik olarak tokat gibi bir etkisi var.

Senaryo I
Bay Sormageç - Benim Ferrarim ( popüler ikon) var.
Faik Murat - Eeeee.
Bay Sormageç - Yeniköy’de yalıda oturuyorum.
Faik Murat - Eeeee.
Bay Sormageç - Eeeesi çok param var, bir holdingin sahibi ve CEO’suyum.
Faik Murat - So What...
Bay Sormageç - Nasıl So What? Sen kaç kişinin bana bağlı çalıştığını, nasıl benden çekindiklerini biliyor musun?
Faik Murat - Eeeee.
Bay Sormageç - Sahip olduklarım seni etkilemiyor mu?
Faik Murat - Eeeee.

Senaryo II
Bay Sormageç - Benim Ferrarim ( popüler ikon) var.
Faik Murat - Eeeee.
Faik Murat (içses I) - Ferrari: şık olurdu, şöyle gaza bir yüklensem, kopup gitse alet.
Faik Murat (içses II) - Deymeeez... Hem niye Ferrari’ye ihtiyacım olsun ki, Alternatif Yaşam çiftliğimden şehre yılda 15-20 kere gitmeyi planlıyorum. Ona vereceğim para ile kaç tane ceviz fidesi alırım. Ulaşım için Ferrari’ye ihtiyacım yok. İhtiyaç fazlası bir durum Ferrari.
Bay Sormageç - Yeniköy’de yalıda oturuyorum.
Faik Murat - Eeeee.
Faik Murat (içses I) - Şöyle boğazdan geçen gemilere karşı otursam. Taş atsam, denize düşse. Boğaz turu yapan tekneler gelip geçerken evimi gösterse...
Faik Murat (içses II) - Tamam kulübede oturalım demiyorum ama kapısını açmayacağım odalara, jakuziye, ısıtmalı yüzme havuzana, salonun ortasındaki şömineye yaşamak ve “BARINMAK” için ihtiyacım yok. Şöyle 6-7 basmakla çıkılan bir su basmanı üzerine kurulu, tek katlı, 200-250 metrekarelik bir çiftilik evi olsa. Evin altında, kiler ve mahsen olarak kullanılabilecek bir alan ve stüdyo yapabileceğim bir oda olsun yeter. Kalan para ile ortak yaşam alını oluşturabileceğin, farklı binalar kurabilirsin.
Bay Sormageç - Eeeesi çok param var, bir holdingin sahibi ve CEO’suyum.
Faik Murat - So What...
Faik Murat (içses I) - Memnun oldum, ben de “Galaksiler Komutanı”* Murat.

Şimdi size bir gözlem anlatayım.

Layla’nın Layla olduğu dönem. Tüm magazinciler, sosyete, sonradan görme zenginler, şöhret sevdalısı kızlar, gereksiz kimi ararsanız orada.
Ben mi?
Yurtdışından gelen misafirlerimizle, gitmek zorunda kaldığım bir iş yemeği sonrası gelmişim Layla’ya. Durumu kurtarmak için “Yazar” tarafım gözlem yapıyor, ben ona karışmıyorum.
Layla’ya son model cipi ile gelen biri kasılarak arabadan iniyor.
- Bakın benim cipim var.
diyen tavırlar ile içeri girerken, Layla’ya yaklaşan bir diğeri, boş viteste gaza yükleniyor 12 silindirli spor arabasının. Motordan gelen ses
- Gel alabiliyorsan, bunu al, diyor.
Bana değil lafı, cip sahibine söylüyor.
Benim derdim gözlem yapmak zaten. Girişten uzaklaşıp sahil tarafında bir yerden etrafı seyretmeye devam ediyorum. 7-8 metrelik bir yat Layla’nın iskelesine yanaşıyor. Yattan iskeleye gururla atlıyor orta yaşlı adam.
- Siz hala karadan trafikle boğuşarak mı geliyorsunuz? Bakın ben yat alacak kadar zenginim. diyor.
Cip ve 12 silindirli spor araba sahibine diyor yat sahibi adam, ben karışmıyorum konuşmalarına.
Zaman geçiyor, ben bira içip, çevremdeki insanların hayatları hakkıında hikayeler yazıyorum kafamda. Hala sahil tarafında oturuyorum. Beyaz ceketli, beyaz gömlekli, siyah pantolonlu bir adam, cep telefonu ile konuşarak iskeleye geliyor. Layla’nın 40 metre açığında demirli, üç katlı, 15 metre uzunluğundaki yat, motorlarını çalıştırarak, Layla’ya doğru dönüyor. İskeleye yanaşıyor. Yattan bir görevli, beyaz ceketli adama bir el çantası veriyor. Beyaz ceketli adam, Layla’ya geri dönerken içerdekilere;
- Bende de bu var. Kaptan, tayfa her an emrimi bekliyorlar. Gelirken görmediyseniz, şimdi görün diye tekrar çağırdım, diyor.
Bana demiyor tabii. Dese biliyor Eeeee (So What) diyeceğimi.
15 metrelik yat, iskeleden uzaklaşıp, Layla’nın 40 metre açığa giderek, yeni emirleri beklemek üzere demir atıyor.

Kıssadan hisse:
Ne kadar uzağa işersen işe, her zaman senden daha uzağa işeyecek biri çıkacaktır.
Demek ki neymiş; sidik yarışına girmek anlamsız. İşemek doğal bir ihtiyaç, yarıştırmadan keyfine vararak işemek lazım.

Bununla bitmiyor hikaye;
Yaşadıklarımı kuzenime anlatım.
- Bizde kapıdan bizi çevirmeyip, içeri aldıklarında seviniyorduk, dedi.

Layla mı? Eeeee.... Ne oldu Layla’ya?

Yaşamsal olmayan, bize ve dünyaya birşey katmayacak sahte ve gelip geçici mutluklar üzerinde yazacaklarım devam edecek.

Günün Kitabı : Dönüşüm / Kafka
Günün Albümü : Amalia Rodrigues I-II

* Galaksiler Komutanı Ankara'da karşılaştığım, köyün delisidir. Kendisi hakkındaki hikaye bilahare yazacağım.

Çarşamba, Şubat 21, 2007

Bir başka alternatif



Bir dergide karşılaştığım haber, yaşam tarzımızın gelecekteki şeklini anlatır nitelikteydi:

----------------
30 bin kişinin yaşayacağı tekno-kentte, insanlar tek bir kartı hem ev anahtarı hem de sinema bileti olarak kullanabilecek
23.11.2006

Bilim kurgu filmlerinde görmeye alışık olduğumuz tekno-ev dönemi Güney Kore’de hayata geçiyor. Koreli teknoloji devi LG ile Amerikan Gale Company şirketi tarafından 2009 yılında tamamlanması amaçlanan 25 milyar dolarlık proje dünyada türünün tek örneği olacak. 600 bin hektarlık alana kurulacak “Songdo City”de gelecek teknolojilerinin tümü kullanılacak ve şehir 65 bin kişiye ev sahipliği yapacak. 300 bin kişi de buradaki iş olanaklarından yararlanacak. İşte “siber şehir” adı verilen projenin detayları:

* Şehirdeki tüm evler bilgisayar sistemiyle yönetilecek. Sabah kalkınca duvardaki bilgisayar ekranında o günün önemli olayları, hava ve yol durumu yer alacak.

* Evdeki buzdolabı siparişleri kendisi verecek. Örneğin portakal suyu bitmeye yaklaştığında internet üzerinden marketle haberleşip hemen yenisinin gelmesini sağlayacak.



TELEFONLAR BEDAVA
* Her Songdo’lunun bir akıllı kartı olacak. Bu kart ev anahtarı olarak kullanılmasının yanısıra, toplu taşıma araçlarında da geçecek. Parkmetrelerde kullanılacak, aynı kartla sinemaya da gidilecek.

* Şehrin tamamında internet bağlantısı olacak. Evlerde, parklarda, işyerlerinde internete erişim mümkün olacak. Ev ve işyerlerindeki telefonlar da internet üzerinden görüntülü görüşme olanağı sağlayacak ve bedava olacak.

* Ev zeminlerinde sensörler olacak. Özellikle yaşlıların evlerinde, birinin düşmesi halinde zemin bunu anlayıp hemen hastaneye bildirecek.

* Cep telefonları vücuttaki sağlık kontrollerini yapacak ve sonuçlarını doktora SMS ile bildirecek. Aynı zamanda alışveriş yaparken kredi kartı olarak da kullanılabilecek.

* Çocukların çantalarına ya da kıyafetlerine takılan çipler sayesinde çocukların nerede ne yaptığı sürekli olarak GPS ile izlenebilecek.
----------------


Bu şehirde yaşamak insan yaşamını oldukça kolaylaştırabilir. Ancak bir başka bakış açısıyla şöyle de özetlenebilir:

Mükemmel bir teknoloji donanımına sahip şehrimizde; 24 saat takip edileceğiniz, özel yaşamınızın olmadığı, önceden belirlenmiş kurallar çerçevesinde, sistem istisnaları yaratmadan, başkalarının belirlediği tek düze bir hayat yaşayabilirsiniz.
Kaslarınızı hareket ettirmenize bile gerek olmadan, gündelik ihtiyaçlarınızı karşılayabilir, kilo almada rekor kırabilir ve 40 yaşına kadar yaşayabilirsiniz. Bu fırsatı kaçırmayın.



Bizim yaşamak istediğimiz türü olmasa da bu da bir alternatif. Alternatif yaşam tek çeşit değil tabiki, herşey sizin seçiminize kalmış.


Kaynak: http://www.webhatti.com/archive/t-19260.html

Salı, Şubat 20, 2007

The Escape Plans of the Apartment-Kids to get out of the SYSTEM **




4 years ago I decided not to live in an apartment in a city. Aaaaand, I moved.

The distance between my office work and home is 32 hm, round trip 64 km. Except from the people living Istanbul, this is a very long distance for most of the people.

From Monday to Friday:

06:15 I wake up.
07:00 I take the Urla- Ückuyular "mini-bus"
07:20 I get off from the bus at Narlidere
07:25 I take the bus number 554 from Narlidere
08:15 I get off from the bus in Alsancak
In total it takes 1 hour 15 minutes to the office.

In the evening when I leave work, the same 50 min long Urla-Uckuyular minibus trip takes 90minutes. It is very hard not to be a murder for minibus driver.
Anyway, in short I spend 2.5-3 hours on road every day.

I complain about not having enough time in a day, but yes I spend 3 hours on road.

Why?

I don't want to live in an apartment anymore.
1) I don't want to live in an apartment anymore because I want to make a little start for an Alternative Living. I should learn how to grow vegetables and fruit in my tiny garden by trying how to. What I have learned from this practical-real-live-education are:
* If you don't catch the clock of the nature, all your effort is going to be wasted. You have to find the correct time to ground the seeds, to move the sprouted plants to the garden, to hoe the land, to give it water, to collect the product and to hoe the land again.
* It is not easy to deal with land. My garden is 50m2. It makes one very tired even to hoe that of a small sized garden. This tiredness leads to the question:
- What if I had a 1000m2 of a garden? Well, am I not having a target of having a Alternative Living based on farming?
Solution based human brain part is searching in the internet. It came out that the tractor option is not a optimal solution for small sized land. Remaining search you end up to have the option of an hand tractor or hoe machine.
After hoe'in the land, the land pieces become apprx 15-20 cm. You need to have smaller pieces in order to grow the small vegetable sprouts.


2) My wife and I, we are "musicians". It is difficult not to receive complaints when you try to play with your drums in an apartment. Sometimes we even forget what the time is because we keep on playing when we start. All of a sudden we realise it is midnight already. It is a different taste to be able to make music in the middle of the night and not receiving any complaints. Single house is a must!

3) I only can take care of my dogs, chicken and ducks when I have a house with a garden.

I have a registered-to-home-belongings, advanced obedienced, educated in attack and defense Rotweiler branded dog. His name is, Ozzi. I named him Ozzi because I like Ozzy Osbourne. I owned 4 street dogs which were not owned by anyone. 3 of them are female and I arranged them to be fix'ed (kisirlastirma). Since ever we started to take care of them, they improved to a serious extend both in health and socially.
I have a poultry house and I had 4 ducks, 3 cocks and 2 hens. I said I "had" because I annihilated them. The interpretations of having a poultry house are:
* 80% of the chicks you buy from the bazaar are male!!! If you have the expectation of growing them up and having eggs, then dont buy chicks.
* The Turkish saying of "1 poultry house can only have 1 cock" is correct. When the chicks turns out to be cocks then they fight for the leadership of the poultry house. That will only work when you want to open a bet for the cock fights.
* If you dont have a big garden then the poultry house turns to a noisy source only. The poultry house must be far away from the house.
* If you dont have a wheat and grain farm then you should not try to have a poultry house because the money you spend to feed them is much more than you just would spend just to buy the eggs directly from the grocery store.
* As we city people would think, the hens are not keen on egg'ing and lay for their eggs. You need to train them first to make them lay for eggs.
If you can not make your hens lay for eggs, then having a poultry house does not make any sense.
* Turkish saying: "The cock who shouts without a time schedule, is to be executed". Officially registered and been proved very correctly by myself.
* Hens can still lay eggs without cocks....

My efforts for escaping out of the system has the purpose of being prepared to the alternative living, when (if) the time comes. Therefore, I am struggling to get as much as experience I can get, by trying all the things I can try.

I am adding my picture the first time to OUR blog. I named it "Farmer smurf". The interpretations of this picture are:

* Image is nothing, thirst is everything....
* Turkish baggy trousers are not comfortable working with land and farm. The cross-section is too low and gets confused between your legs when moving.There is no rubber-belt kinda thing in these baggy trousers, it has a string named "uckur" and you have to tied it up, so not comfortable. Sweatpants are definetely much more comfortable.
* Boots are mandatory, nothing wont work without them....

Book of the day : Island / Aldous Huxley
Album of the day: First of Million Kisses / Fairground Attraction

** this post is the English translation of its original "Şehirli Apartman Çocuklarının SİSTEM Dışına Kaçış Hazırlıkları" posted by Faik Murat in this blog, translated to english by dbadioxide.

Cuma, Şubat 16, 2007

Biraz müzik

Son verdiğimiz konserden küçük bir bölümü

Dilek'in Blogunda ve esersahibi blog'unda bulabilirsiniz


iyi seyirler...

Şehirli Apartman Çocuklarının SİSTEM Dışına Kaçış Hazırlıkları.


4 sene önce artık şehirde ve apartmanda yaşamama kararı aldım. Veee, taşındım.

İşim ve evim arasındaki mesafa 32 km, Git-gel 64 km. İstanbul’da yaşayanlar dışında birçok kişiye göre işim ve evim arasındaki mesefa uzak.
Pazartesinden Cumaya;
06:15 de kalkıyorum.
07:00 da Urla-Üçkuyular dolmuşuna biniyorum.
07:20 de Narlıdere’de dolmuştan iniyorum.
07:25 de 554 nolu otobüse biniyorum.
08:15 de Alsancak’da otobüsten iniyorum.
Toplam 1 saat 15 dakika işe gidiş.

Akşam iş çıkışı, dönüş biraz farklı, sabah Urla-Üçkuyular arasını 50 dakikada giden dolmuş, Üçkuyular’dan Urla’ya birbuçuk saatte gidiyor. Dolmuşcu katili olmamak elde değil.
Neyse kısaca özetlersem haftaiçi 2,5-3 saatim yolda geçiyor.

Zamansızlıktan şikayet ediyorum ama 3 saatimi yolda geçiriyorum.

Neden?

Artık apartmanda yaşamak istemiyorum.
1) Apartmanda yaşamak istemiyorum çünkü Alternatif Yaşama kıyısından da olsa bir başlangıç yapmak istiyorum. Küçük bahçemde sebze, mevye yetiştirmeyi deneyerek öğrenmeliyim.
Sebze ve mevye yetiştirmek ile ilgili uygulamalı eğitim sonucu öğrendiklerim:
* Doğanın saatini yakalayamazsan tüm çaban boşa gidiyor. Tohumları ekmek için, filizlenen tohumları bahçeye almak için, bahçeyi bellemek için, sulamaya başlamak ve bitirmek için, ürünleri toplamak için , çapa yapmak için doğru zamanı bulmalısınız.
* Toprak ile uğraşmak hiç kolay değil. Bahçem 50 metrekare. Bu kadar küçük bahçeyi bellemek bile yoruyor insanı.Bu yorgunluk çözüme odaklı, büyük düşünen bir beyinde şu soruyu oluşturuyor:
- Birkaç dönümlük bir bahçem olsa halim ne olurdu? Öyle ya, Alternatif Yaşamı tarıma dayalı kurmayı hedeflemiyor muyum?
Çözüme odaklı beyin bölümü internette araştırmaya başlıyor. Traktör seçeneğinin küçük ölçekli araziler için uygun olmadığı anlaşılıyor. Devam eden araştırmalar sonucu “el traktörü” ve “çapa makinası” gibi seçeneklerin olduğu öğreniliyor.
Bahçeyi belledikten sonra toprak parçalarının ortalama boyutu 15-20 santimetreye geliyor. Bu büyüklükteki toprak parçalarının yeniden bölünerek birkaç santimlik parçalar haline gelmesi gerekiyor ki sebze fidelerinin ekimi yapılabilsin.

2) Eşim ve Ben "müzisyeniz". Bir apartman dairesinde bangır bangır davul çalmak ve kimseden şikayet olmamak zor olsa gerek. Bazen çalmaya dalıp vakitin nasıl geçtiğini unutuyoruz. Bir bakıyoruz ki geceyarısı olmuş. Kimseyi rahatsız etmeden çalmak ayrı bir tad. Müstakil ev şart!

3) Köpeklerime, tavuklarıma ve ördeklerime ancak bahçeli bir evde bakabilirim.
Demirbaşa kayıtlı secereli, ileri itaat, saldırı ve koruma eğitimi almış rotweiller cinsi bir köpeğim var. Adı, Ozzi. Ozzy Ozbourne sevgimden adını Ozzi koydum. Mahallemde başı boş gezen 4 sokak köpeğine sahip çıktım. 3’ü dişi olan sokak köpeklerinin kısırlaştırma ve küpeleme işlemlerini yaptırdım. Bakmaya başladığımızdan beri, 4 sokak köpeği gerek sağlık gerek, sosyal açıdan büyük ilerlemeler sağladı.

Bahçemdeki kümesde 4 ördek, 3 horoz ve 2 tavuk vardı. Vardı diyorum çünkü kümesi lağv ettim. Kümes bakımından çıkardığım sonuçlar:
* Pazardan aldığınız civcivlerin %80 i erkek !!! “Büyür tavuk olur, yumurtasını yerim” diye bekliyorsanız, civciv almayın....
* Bir kümese bir horoz lafı boşuna değil, civcivler büyüyüp horoz olduğunda kümesin sahipliği için kavga etmeye başlıyorlar. Üzerlerine bahis oynamayı düşünüyorsanız, işinize yarayabilir.
* Benim gibi büyük bir bahçeniz yok ise, kümes bir gürültü kaynağı oluyor. Kümes evden epey uzakta olmalı....
* Kümes hayvanlarını besleyecek mısır, buğday gibi tahılları kendiniz ekip, hasat ettiğiniz ürünü kullanmıyorsanız, tavuk yemine verdiğiniz para, marketten alacağınız yumurta parasından fazlaya geliyor.
* Biz şehirlilerin sandığının aksine tavuklar yumurtlayıp kuluçkaya yatmaya meraklı değiller. Tavukları kuluçkaya alıştımanın yolları var, gel gör ki, ben bunları beceremedim. Tavuklarınızı kuluçkaya yatırıp civciv elde edemiyorsanız, kümesinizin olmasının bir anlamı yok.
* Vakitsiz öten horozu keserler... Tescil edilmiştir.
* Tavuklar, horoz olmasa da yumurta yaparlar....

Benim çabam zamanı gelip (gelirse) sistemden kaçmayı başardığım zaman, Alternatif Yaşam’a bocalamadan başlamak. Bu yüzden 4 senedir SİSTEM'in içinde Alternatif Yaşam tecrübeleri edinmek adına mücadele veriyorum.

BLOG'umuza ilk defa bir resmimi ekliyorum. "Çiftçi Şirin" diyorum bu resmime. Bu resim ile ilgili çıkardığım sonuçlar:
* İmaj hiçbir şeydir, susuzluk herşey....
* Şalvar toprakta, çiftlikde çalışmak için hiç rahat değil. Bir kere şalvarın ağı çok aşağıda, çalışırken bacaklarınıza dolanıyor. Malum şalvarın belinde lastik bulunmuyor, şalvarın belini uçkur (kalın ip, resimde görüldüğü üzere) ile bağlıyorsunuz. Uçkur da ayrı bir sıkıntı kaynağı. Eşofman altı kesinlikle daha rahat.
* Çizme olmazsa olmaz, çok işe yarıyor. Mutlaka alınmalı...

Günün Kitabı : Ada / Aldous Huxley
Günün Albümü : First of a Million Kisses / Fairgound Attraction

Çarşamba, Şubat 14, 2007

Bakmak ve Görmek




İzmir'in hemen yanında bir yanardağ olduğunu biliyor muydunuz? İzmir'den Ankara yönünde ilerlerken, tepeden büyük, dağdan küçük yükselti her hali ile ben kraterim diyor.
İzmir'e 150 km uzaklıktaki Kula beldesi sınırları içinde bu krater.

İşim gereği sık sehayat ediyorum. Resimleri çektiğim telefonumu hediye eden Zeki Gökçel'e bir kez daha teşekkür ediyorum.

Cuma, Şubat 09, 2007

Kızılderililer


Eski bir kızılderili atasözü ; "En son nehir zehirlendiğinde, en son balık avlandığında ve en son ağaç kesildiğinde, beyaz adam paranın yenecek bir şey olmadığını anlayacak" diyor!

Yıl 1854, düşünün sanayi devrimi olmamış, arabalar yok, petrol nedir bilinmiyor? sera olmadığı için, "sera gazı" tanımı da oluşmamış. Dünya henüz küçük bir köy değil. Yetişmekte olan kuşaklar televizyonlarda dolar milyardelerinin dev yatlarını, kıçı kırık müzik yıldızlarının 15 odalı, garajında 8 arabanın bulunduğu "ev ziyareti" programlarını seyretmiyorlar. Televizyon yok...
Adam Smith'in ölümünün üzerinden 64 yıl geçmiş.

Şef Seatle'ın aşağıdaki mektubunu okudukça korkuyorum, tüylerim diken diken oluyor. Dünya Su Kaynakları üzerine yazımı bugün tamamlayıp, yayınlamayı planlıyorum. Tüm bunları düşününce "Alternatif Yaşam Planlaması" olan adımızı "Yakın Gelecekte Yaşanacak Kaosda Hayatta Kalmanın Yolları" olarak değiştirsek diyorum. Daha dikkat çekici olacağı kesin...

- - - - - - -

1854 yılında A.B.D. Başkanı yazdığı bir mektupla Amerika'ya gelen beyaz göçmenlere toprak bulmak amacıyla Kızılderililerden toprak istemiş ve bu isteği kabul edilecek olursa, kızılderililere rahatlıkla yasayabilecekleri bir bölgenin ayrılacağını bildirmiştir.

Topraklarının büyük bir bölümü zaten beyazlar tarafından zorla ellerinden alınmış olan Kızılderili Reisi Seatle bir söyleviyle A.B.D. Başkanına yanıt vermiş ve bu yanıt mektup olarak A.B.D. başkanına gönderilmiştir.

Mektubun aslı Amerika, Seatle, Squamish Müzesinde korunmaktadır.


ŞEF SEATLE'IN MEKTUBU

Yüzyıllardır halkımın üzerine merhamet gözyaşları döken şu sonsuz gökyüzü bir gün değişebilir.

Bugün açık gözüken gökyüzü yarın bulutlarla kaplanabilir.

Sözlerim, asla yer değiştirmeyen yıldızlar gibidir.

Şef Seatle her ne söylerse, Washington'daki büyük Şef ona, güneşin ya da mevsimlerin dönüşüne inandığı ölçüde inanabilir.

Washington'daki büyük Şef bize dostluk ve iyilik dilekleriyle birlikte bizden topraklarımızı satın almak istediğini bildirmiş. Onun, bizim arkadaşlığımıza çok fazla ihtiyacı olmadığını biliyoruz. Merak ediyoruz ki gökyüzünü ve toprağın sıcaklığını nasıl satın alabilir ya da satabilirsiniz? Bunu anlamak bizler için çok güç.

Bir zamanlar insanlarımız bu topraklara tıpkı rüzgarda kıvrımlanan deniz dalgalarının kabuklu kuru yüzeyleri kapladığı gibi yayılmışlardı. Çok uzun zaman geçti ve o büyük kabileler artık hüzünlü bir anı oldu.

Bu toprakların her parçası halkım için kutsaldır. Çam ağaçlarının parıldayan iğneleri, vızıldayan böcekler, beyaz kumsallı sahiller, karanlık ormanlar ve sabahları çayırları örten buğu; halkımın anılarının ve geçirdiği yüzlerce yıllık deneylerin bir parçasıdır.

Ormandaki ağaçların damarlarında dolaşan su, atalarımızın anılarını taşır; biz buna inanırız.

Beyazlar için durum böyle değildir. Bir beyaz, öldükten sonra yıldızlar alemine göç ettiği zaman, doğduğu toprakları unutur. Bizim ölülerimiz ise bu toprakları unutmaz. Çünkü Kızılderili, gerçek anasının toprak olduğuna inanır.

Washington'daki Büyük Beyaz Reis bizden toprak almak istediğini yazıyor.

Bu bizim için büyük bir fedakarlık olur. Büyük Beyaz Reis, bize rahat yaşayacağımız bir yerin ayrılacağını, bize babalık edeceğini, biz Kızılderililerin ise onun çocukları olacağımızı söylüyor. Bu önerinizi düşüneceğiz.

Ama yine de bunun kolay olmayacağını itiraf ederim.Çünkü bu topraklar bizim için kutsaldır.

Nehirlerin ve ırmakların suyu, bizim için sadece akıp giden su değildir; atalarımızın kanıdır aynı zamanda.

Bu toprakları size satarsak, bu suların ve toprakların kutsal olduğunu çocuklarınıza öğretmeniz gerekecek.

Biz nehirleri ve ırmakları kardeşimiz gibi severiz. Siz de aynı sevgiyi gösterebilecek misiniz kardeşlerimize ?

Biliyorum beyaz adam bizim gibi düşünmez. Beyazlar için bir parça toprağın diğerinden farkı yoktur.

Beyaz adam topraktan istediğini almaya bakar ve sonra yoluna devam eder. Çünkü toprak beyaz adamın dostu değil, düşmanıdır. Beyaz adam topraktan istediğini alınca başka serüvenlere atılır.

Beyaz adam annesi olan toprağa ve kardeşi olan gökyüzüne, alıp satılacak, işlenecek, yağmalanacak bir şey gözüyle bakar. Onun bu ihtirasıdır ki, toprakları çölleştirecek ve her şeyi yiyip bitirecektir. Beyaz adamın kurduğu kentleri de anlayamayız biz Kızılderililer. Bu kentlerde huzur ve barış yoktur. Beyaz adamın kurduğu kentlerde, bir çiçeğin taç yapraklarının açarken çıkardığı tatlı sesler, bir kelebeğin kanat çırpışları duyulmaz.

Belki bir vahşi olduğum için anlayamıyorum ama, benim ve halkım için önemli olan şeyler oldukça başka. İnsan bir su birikintisinin etrafına toplanmış kurbağaların, ağaçlardaki kuşların, ve doğanın seslerini duymadıkça, yaşamın ne değeri olur ?

Bir kızılderiliyim ve anlamıyorum. Biz Kızılderililer, bir su birikintisinin yüzünü yalayan rüzgarın sesini ve kokusunu severiz. Çam ormanının kokusunu taşıyan ve yağmurlarla yıkanıp temizlenmiş meltemleri severiz. Hava önemlidir bizim için. Ağaçlar, hayvanlar ve insanlar aynı havayı koklar. Beyaz adam için bunun da önemi yoktur. Ancak size bu toprakları satacak olursak, havanın temizliğine önem vermeyi de öğrenmeniz gerekir. Çocuklarınıza havanın kutsal olduğunu öğretmeniz gerekir. Hem nasıl kutsal olmasın ki hava ? Atalarımız doğdukları gün ilk nefeslerini onun sayesinde almışlardır. Ölmeden önce son nefeslerini de gene bu havadan almazlar mı ?

Toprak satmamız için yaptığınız öneriyi inceleyeceğiz. Eğer önerinizi kabul edecek olursak, bizim de bir koşulumuz var: Beyaz adam bu topraklar üzerinde yaşayan bütün canlılara saygı göstersin. Ben bir vahşiyim ve başka türlü düşünemiyorum. Yaylalarda cesetleri kokan binlerce buffalo gördüm. Beyaz adam trenle geçerken vurup öldürüyor bu hayvanları sadece eğlenmek için. Dumanlar püskürten bu demir atın bir buffalodan daha değerli olduğuna aklım ermiyor. Biz sadece yaşayabilmek için avlardık buffalo'ları.

Bütün hayvanları öldürecek olursanız nasıl yaşayabilirsiniz? Canlıların yok edildiği bir dünyada insan ruhu yalnızlık duygusundan ölür gibi geliyor bize. Unutmayın, bugün diğer canlıların başına gelen yarın insanın başına gelir. Çünkü bütün hepsinin arasında bir bağ vardır.

Şu gerçeği iyi biliyoruz:

Toprak insana değil, insan toprağa aittir. Ve bu dünyadaki herşey, bir ailenin fertlerini birbirine bağlayan kan gibi, ortaktır ve birbirine bağlıdır. Bu nedenle de dünyanın başına gelen her felaket insanoğlunun da başına gelmiş sayılır.

Bildiğimiz bir gerçek daha var:

Sizin Tanrınız bizimkinden başka bir Tanrı değil. Aynı Tanrının yaratıklarıyız. Beyaz adam bir gün bu gerçeği de anlayacak ve kardeş olduğumuzu fark edecektir. Siz tanrınızın başka olduğunu düşünmekte serbestsiniz.

Ama hepimizi yaratan Tanrı için Kızılderili ile beyazın farkı yoktur. Ve Kızılderililer gibi Tanrı da toprağa değer verir. Bu toprağa saygısızlık, Tanrının kendisine saygısızlıktır.

Beyaz adamı bu topraklara getiren ve Kızılderiliyi boyunduruk altına alma gücünü veren Tanrının adaletini anlayamıyoruz. Tıpkı Buffalo'ların öldürülüşü, ormanların yakılışı, toprağın kirletilişini anlamadığımız gibi.

Bir gün bakacaksınız gökteki kartallar, dağları örten ormanlar yok olmuş, yabani atlar ehlileştirilmiş ve her yer insanoğlunun kokusuyla dolmuş.

İşte o gün insanoğlu için yaşamın sonu ve varlığını devam ettirebilme mücadelesinin başlangıcı olacak.

Gündüz ve gece bir arada olamaz.

Kızılderililer her zaman beyazlardan tıpkı sabah sislerinin güneşten kaçtığı gibi kaçmışlardır. Bütün bunlara rağmen, teklifinizi tartışacağız. Ve umuyorum ki, halkım bunu kabul edecek ve Büyük Beyaz Şef'in vaadettiği üzere beraber barış içinde yaşayacağız.

Böylece Ay birkaç kez daha doğacak, birkaç kış daha geçecek. Bu geniş topraklara yerleşmiş ve mutluluk içinde yaşamış olan neslimiz, daha önce bizden daha güçlü ve daha umut dolu yaşamış insanlarımızın mezarları başında yas tutacaklar. Ama, niye insanlarımın kaderi için yas tutayım ki? Tıpkı deniz dalgaları gibi kabileler kabileleri, uluslar ulusları takip ediyor. Bu doğanın düzenidir ve teessüf gerekmez.

Yok oluşumuz çok uzak olabilir ama kesinlikle bir gün gerçekleşecek; son Kızılderili yok olup, kabilemin hatıraları Beyazlar için bir tarih olduğunda, bu kıyılar kabilemin görünmez cesetleriyle kaynaşacak.

Çocuklarınızın çocukları kendilerini bir dükkanda, bir yolda, boş bir yerde yalnız olarak düşündüğünde aslında yalnız olmayacaklar. Dünyanın hiçbir yerinde tamamen işsiz bir yer yoktur. Geceleri, şehir ve kasabalarınızın caddeleri boşalmış gibi görünse de, aslında, bir

zamanlar oralarda yaşamış ve bu güzel toprakları gerçekten seven ruhlarla dolu olacaktır. Beyaz adam asla yalnız kalamayacaktır. Beyaz adamın, benim insanlarıma saygı göstermesini sağlamalısınız, çünkü; ölüler güçsüz değildir. Ölü mü dedim?

... ! Ölüm diye bir şey yoktur ki, sadece dünya değiştirir insan.


Şef Seatle, 1854

Cuma, Şubat 02, 2007

Türkiye Ethanol Hakkında Ne Biliyor?

14 Eylül 2006 ve 15 Eylül 2006 tarihlerinde Brezilya'nın ethonal ile neler yapabildiğini, bu işi nasıl yıllar boyu her koşulda devlet politikası haline getirdiklerini anlatan yazıların tercümelerini yayınlamıştım.

Bazen biz GAP'ı niye yaptık diye düşünüyorum. AB baskı yaparak, tarımdaki nüfüsü azaltıp, kaynaklarımızı kullanmamıza izin vermiyor. Neden biz Türkiye'de yetiştirebileceğimiz ürünler ile Ethanol üretmiyoruz. Türkiye'de mısır yetişmiyor mu? Niye bu ülkede kimse enerji konusunda dışa bağımlıklıktan kurtulmak adına çalışma yapmıyor?

Brezilya'nın başardığı gibi bir ethanol projesinin Türkiye'ye, GAP'a, sağlayacağı katma değerli fayda neler olabilir? Sadece göçün önlenmesi ve terörün azalması/durması bile Türkiye'ye neler sağlar?

Amerika ethanol kullanımını arttırmak için planlar yapmakta, bu konu ile ilgili haberi, aşağıya ekliyorum.

----------------------------------------------


23 Ocak 2007 tarihinde ABD Baþkaný George W. Bush’un yaptigi bir açýklamaya göre ABD, yakitta etanol kullanimini zorunlu olarak artiracaktir. Bu aciklamanin, etanol uretimi ve dolayisiyla misir fiyatlarinda oldugu kadar et ve hububat fiyatlarinda da buyuk etkisi olacaktir.

Beyaz Saray’dan alinan bilgiye gore Bush, 2017 yilinda 35 milyar galon yenilenebilir ve alternatif yakit ihtiyacinin tahmin edildigini ifade ederek, zorunlu bir uretim artisi icin cagrida bulundu. Bu tur yakitlarin temel kaynagini ise misir bazli etanol olusturmaktadir.

ABD’de halen gecerli olan yasada ise 2012 yilina kadar benzine karistirilan miktar 7.5 milyar galondur. Kullanimda yaklasik 5 misli bir artis, ulkenin yillik benzin kullaniminin %15’inin yerine, yenilenebilir yakit kullanilacagi hesabini getirmektedir.

Etanol uretiminin artirilmasi, misir talebinin ve dolayisiyla misir fiyatinin artmasi anlamina gelmektedir. Artan misir fiyatlari, kanatli da dahil tum canli hayvan yetistiricileri icin bir felaket olarak ifade edilmektedir.

Reuters’in haberine gore ise ABD’nin 35 milyar galonluk yakit icin kullanacagi etonolun tamaminin misirdan elde edildigi dusunuldugunde, 334 bin km kare daha misir ekilen arazi gerektirmektedir. (Kaynak: The Poultry Site ve Reuters Haber Ajansi internet siteleri)

Etanol uretimi icin artirilacak ekim alanlarinin soya uretilen yerlerden alinmasi halinde soya fasulyesi ve soya kuspesi fiyatlarini da yukseltecegi tabiidir.


-----------------

Günün Kitabı : Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği / Milan Kundera
Günün Albümü : Silver Rain / Marcus Miller