Çarşamba, Aralık 26, 2007

Şirinler - Smurfs

Şirinler yıllardır Komünizm propagandası yapmakla suçlanmış ABD'de bir dönem gösterimi yasaklanmıştır.

Bunun nedeni para olmadan komünal bir yaşam sürmeleri, Şirin baba'nın Karl Marx'a benzemesi ve kızıl şapka giymesidir. Herkes kendi işini yapıyordur ve mutludur. Herkes aynı şeyi giyiyordur. Çizgi filmdeki Şirinlerin düşmanı Gargamel papaz cübbesi giyer ve dini sembolize eder, altın ve para düşkünüdür (kapitalizm) ve onları yeme (misyonerlik) gibi pek çok gizli unsur bulundurduğu iddia edilmiştir.

Şirinler çizgi filminin yaratıcısı Peyo, sosyalisttir.. şirinleri ortaya çıkardığı zaman iki kutuplu bir dünya vardı.. Bir tarafta ABD diğer tarafta SSCB.. Sosyalist olan Peyo, yaptığı çizgifilmle bir mesaj vermek ve emperyalist Amerika'ya karsı bu yolla propaganda yapmak istemiştir.. Şirinler köyünde bir tek bile ibadethane bulunmaz.. Ne kilise, ne havra, ne camii.. Şirinler köyünde para kullanan kimseyi gördünüz mü şimdiye kadar hiç?? Para kullanılmaz evet, ama herkes kendine gerekli olan şeyleri bedava edinir.. Tembel şirin bile hiç bir iş yapmadığı halde bütün şirinlerle aynı standartlarda yaşamaktadır(tembellik hakkı).. Şirin çileği tarlaları sadece bir şirine ait değildir, bütün şirinler bu tarlada hak sahibidir..

Gargamel'in kedisi azman ise (orjinalindeki adı azrail'dir bu kedinin) ABD'nin peşinden ayrılmayan küçük ülkeleri sembolize eder.. Ayrıca şirinlerin ingilizce yazılımı smurf'tur, bu da "socialist men under red flag" yani kızıl bayrak altında yaşayan adamlar.. Şirinlerin temsil ettiği çok farklı unsurlar da vardır. Örneğin; Şirine feminizmi, Süslü eşcinselliği, Güçlü şirin maço erkeği temsil eder.

Faik Murat Notu: Yukarıdaki yazı için kaynak bulmam mümkün olmadı, yazı Anonimdir.

Cumartesi, Aralık 22, 2007

Zeytincilik Kursu

Balıkesir Üniversitesi Şubat ayında bir hafta sürecek Zeytincilik Kursu düzenleyecek. Kursa ait program ve kayıt detaylarını aşağıda bulabilirsiniz.

Kalacak yer konusunda Ogr.Gor.Mucahit Kıvrak bey ile yazıştım. Mesajını ekliyorum.

" Kalacak yer icin sizleri Edremit Ögretmen evine
yönlendiriyoruz. Geceliği 19 ytl olup, önceden yer
ayırtılması gerekmektedir.

Orda yer bulamaz isek sizi Akcay'da bulunan otellere
yönlendiriyoruz. Fiyatlar genelde 20 - 25 ytl civari
seyretmektedir."

- - - - - -

18.02.2008 Pazartesi

09.00 – 10. 00 Kayıt – Açılış
10.00 – 13.00 Genel Zeytincilik
13.00 – 14.00 Ara
14.00 – 17.00 Gübreleme

19.02.2008 Salı

09.00 – 12.00 Zeytinin Tarihi
12.00 – 13.00 Ara
13.00 – 16.00 Zeytin Ekonomisi
16.00 – 19.00 Zeytin Atıklarının Değerlendirilmesi

20.02.2008 Çarşamba

09.00 – 12.00 Zeytin Bahçe Tesisi
12.00 – 13.00 Ara
13.00 – 16.00 Zeytinde Budama
16.00 – 19.00 Zeytinde Sulama

21.02.2008 Perşembe

09.00 – 12.00 Zeytin Zararlıları
12.00 – 13.00 Ara
13.00 – 16.00 Zeytin Hastalıkları
16.00 – 19.00 Zeytinde Organik Tarım

22.02.2008 Cuma ( Laleli Zeytinyağları Konferans Salonu )

09.00 – 12.00 Zeytin Salamurası
12.00 – 13.00 Ara
13.00 – 16.00 Zeytinyağı Üretimi
16.00 – 19.00 Zeytinyağlı Yemekler
19.00 – 21.00 Yemek – Sertifika Töreni

23.02.2008 Cumartesi

Kaz Dağları Turu

24.02.2008 Pazar

Ayvalık – Alibey Adası – Ören – Akçay – Güre – Altınoluk – Küçükkuyu Turu

18 – 22 Şubat tarihleri arasında her gün
- “Zeytin Fotoğrafları Sergisi”
- Zeytinyağı ve zeytin ikramı

Katılım koşulları :
Balıkesir Üniversitesi Rektörlüğü Döner Sermaye 372 85 142 – 5001 hesabına 50 YTL kişi başı ücreti yatırmaları gerekmektedir. Son başvurular 15.02.2008 tarihi mesai bitimine kadar yapılmalıdır. Gezi ücrete dahil değildir. Talebe göre fiyat belirlenecektir.

Daha fazla bilgi için lütfen :
Ogr. Gor. Mucahit Kıvrak
mucahitkivrak@yahoo.com
bau edremit m.y.o
http://uzok.balikesir.edu.tr
0 505 772 44 46 / 0 536 434 04 45
0 266 373 57 50
saglik zeytin'den

Pazar, Aralık 09, 2007

CEVİZ AĞAÇLARI

CEVİZ AĞAÇLARI
NE ZAMAN TUTMALI, NE ZAMAN SATMALI?
Yüksek kaliteye sahip ceviz ağaçları önemli bir yatırım aracı olabilir, ancak her iyi yatırım ya da iyi gelen bir kağıt elinde olduğu gibi, ne zaman oynayıp ve ne zaman çekileceğinizi bilmeniz gerekir. Sıklıkla bir ceviz ağacının satılmadan önce ne kadar büyümesi gerektiği sorusuyla karşılaşırım.Bunun cevabı basit değildir, her ağaç finansal olgunluğuna karar verilmesi için değerlendirilmelidir. Finansal olgunlukla, ağacın satılmasından elde edilen gelirle yapılacak başka bir yatırımın, aynı ağacın daha fazla büyümeye bırakılması sonucu elde edilecek nihayi gelirden daha fazla kazanç sağlanacak olması durumu kastedilmektedir. Bu, ağacın öldüğü, biyolojik olgunluktan farklı bir durumdur. Biyolojik olgunluğa ulaşmış olan ağaçlar, finansal olgunluğu zaten geride bırakmışlardır. Biyolojik olgunluğa ulaşıp ölmeden önce ağacın bozulduğu ve gerçekten değer kaybettiği bir dönem vardır. “Bir ceviz ağacının en çok kazandırma potansiyeline ulaştığı büyüklük ne zamadır?” sorusunun yanıtı büyük ölçüde ağacın kalitesinde saklıdır. Eğer ki Ağacın kalitesi iyiyse daha uzun süre yetiştirilmesi, yok değilse de mümkün olan en kısa sürede satılması gerekir. Ek yeri, dallanma, yarık (çatlama), çizgi gibi kusurlara sahip olmayan ceviz ağaçları kaplamalık olarak adlandırılır. Kaplama, kütükten ince levhalar halinde yüzülür ya da doğranır. Kaplama çoğunlukla, 1 inçin 1/38’ i (2,54(cm)/38) oranındaki incelikte kesilir, bu sebepten herhangi bir kusura sahip (olan) ağaçlar kaplama üretimi için uygun değildir. Kütükler, kusurlu olmayan yüzlerinin sayısına göre sınıflandırılırlar. Birçok pazar, en az 3 cephenin temiz (kusursuz) olmasını talep etmektedirler. 4 cephenin yüzü de/ temiz olan ağaçlar tercih sebebi olup bunlar en değerli ağaçlar olarak nitelendirilir. Kaplama için en az 8 feet uzunluğunda kütüklerinizin olması gerekir ancak tabi ki ne kadar daha uzun olurlarsa sizin için o kadar daha iyi olur. 2 yüzünde kusura sahip olan ağaçlaraysa kereste ağaçları denir. Bu ağaçlar kaplama üretimi için bir çok soruna sahip olduğundan kereste olmak üzere kesilirler. Kaplama için kullanılabilecek kalitede ağaçlar boyca büyüdükçe, kereste ayakları hacim kazanmaktadır, ağaç genişledikçe her kereste ayağı daha da değerlenmektedir. Diğer bir deyişle, hacimde artma meydana gelmektedir ve ağaç büyüyüp çapı genişledikçe birim hacimde meydana gelen büyüme başına fiyat artmaktadır. Kereste ceviz ağaçları zaman içerisinde hacimce büyümektedir, fakat kerestenin hacmi arttıkça fiyatında bir artış olmamaktadır. Ceviz ağacı kerestesinin her bir keresteayağı başına fiyatı örneğin 0.50 u.s.$ olarak belirlenmişse ağacın büyüklüğü ne olursa olsun satış fiyatı değişmemektedir. Yıllık büyüme artışının %2-3 olduğu göz önünde bulundurulursa, yatırımdan elde edilecek kazanç az olacağından, ceviz keresteleri alıcı bulduğu anda satılmalıdır.
Ormancılar ağaçları göğüs hizasından veya zeminden 4,5 ft yükseklikte ölçerler. Kerestelik ceviz ağaçları 16-18 inç çapa sahip olduklarında finansal olarak satılabilir olgunluğa erişmişlerdir. 18 inçlik çapa sahip kaplamalık bir ceviz ağacı ise 150lb lik bir domuz gibidir.
Durum görülmektedir fakat, yatırımdan daha fazla kar etmek için ‘taze et’ eklenebilir, bu da ağacın daha fazla büyümeye bırakılmasıyla mümkündür. Aşağıda, kaplamalık ceviz ağaçlarının büyüdükçe nasıl değer kazandığını gösteren bir örnek bulunmaktadır. İyi yönden bakılırsa, ceviz ağacı çapı her 3 yılda 1 inç büyüyecektir. 12 yıllık bir zaman diliminden sonra, ceviz ağacı çapında 4 inçlik bir artış olacaktır. Fiyatlar 16 ft’lik ,4 yüzü temiz kaplama kütükleri içindir.

Çap Kereste Ayağı Kereste Ayağı Başına Fiyat Toplam Değer
18 122 $4.00 (9% yıllık değer artışı) $488
22 194 $7.00 (7% yıllık değer artışı) $1,358
26 281 $11.00 $3,091
Fiyatlar sadece tahmini olup ağaçlarınız için sizin alabileceğiniz değerleri yansıtmamaktadır. Ağacın değeri kalite, anlaşma ve satılık ağaç sayısına bağlı olarak büyük ölçüde değişmektedir. Fiyata, sadece itibarlı kereste alıcılarından alınan tekliflere göre karar verilir.
18’’ , 22’’, 26’’ çapa sahip ağaçlar
İyi kaliteye sahip ceviz ağaçları yıllık 7-10% luk bir artışla değer kazanmaktadır. Bu
değer, enflasyon ya da ceviz ağacı piyasasındaki artışları içermemektedir. Bu faktörler de eklenirse, bir çok ağaç kolayca yıllık 10-15% lik bir artışa sahip olmaktadırlar. Bu durum, Wall Street teki bir çok insanın sahip olmak isteyeceği uzun vadeli büyük bir yatırım imkanıdır.

Bölge ormancıları ya da rehber ormancılar ceviz ağaçlarınıza kıymet biçmede ve bireysel ağaçların satılması için en uygun zamanın belirlenmesinde yardıma hazırdırlar. Ağaçlarınızı ne zaman alıkoyup ne zaman piyasaya süreceğinizi bilmek, ağaçların potansiyel değerinin belirlenmesi açısından kritik bir noktadır. Bir çok insan ağaçlarını çok erken satmakta bu yüzden de ağaçların en çok değer kazandığı ve kar getirdiği dönemi kaçırmaktadırlar.

Yüksek kalitede ceviz ağaçları bozulma ya da hasar belirtileri gösterene kadar yüksek kazanç elde etmeye devam ederler. İyi yönden bakılırsa, yüksek değerdeki ağaçlar en azından 26-28 inçlik çapa sahip olana kadar büyümelidirler. Eğer biraz risk almak isterseniz, 30inçlik çapa sahip en yüksek değeri hak eden ‘battal’ceviz ağaçları da yetiştirilebilir. Bu yazıda yer alan tartışma ve örnekler, sadece ceviz ağaçlarının kereste ve kaplama olarak sahip olduğu değere hitap etmektedir. Bunların yanında elbette doğal yaşama destek veya mülkünüzün üzerinde büyük bir ağaca sahip olmak gibi değerler de söz konusudur. Toprak sahibi olarak ağacın ticari kütük değerinin yanısıra tüm bu yan değerlerini de mutlak surette düşünmelisiniz. Profesyonel bir ormancı, her ağacı incelemenizde ve satış için en uygun zamana karar vermenize yardımcı olabilir.

Gary Beyer, Bölge Ormancısı
Box 4
Charles City, Iowa 50616
641/228-6611

(Çeviren: F. Gizem Güzelce)

Cuma, Aralık 07, 2007

Yaşam Kalitesi

Bugünkü Cumhuriyet Gazetesinden Öztin Akgüç'ün yazısını aşağıya ekliyorum.

- - - - - - - -

YORUM
ÖZTİN AKGÜÇ
Yaşam Kalitesi

Ekonomik kalkınma, büyüme, zenginleşme söylemine, edebiyatına karşın gerçekten yaşam kalitesi yükseliyor mu? Bu konuda yalnız kendi ülkemde değil, gezdiğimiz, bulunduğumuz yabancı ülkelerde de gözlem yapmaya, geçmişle karşılaştırma yapmaya çalışıyorum. Genelde yaşam kalitesinin düştüğünü gözlüyor ve düşünüyorum. Beğeniler, davranışlar kuşkusuz değişiyor, ancak kalitenin yükseldiğini savunmak zor, küreselleşmenin etkisi, iletişimde daha yaygın ve belirgin. Anlayabildiğim kadarı ile TV programları bile yerel bazı farklar dışında birbirinin benzeri...

Oturumlar, geyik muhabbeti türünden söyleşiler, tartışmalar, diziler, reklamlar, hatta yarışma programları bile hemen hemen birbirinin kopyası; genelde yayınlar reklam ağırlıklı; haber kanalları dışında haberler bile araya sıkıştırılıyor; sanat, kültür, klasik Batı müziği ağırlıklı programlar hemen hemen yok gibi. Bizdeki yaygın bir tanımla ara ki bulasın. Her alanda ticarileşme, metalaşma, nasıl olursa olsun para kazanma tutkusu, iletişim kalitesini, doğal olarak yaşam kalitesini de düşürüyor. Düşünsel ve duygusal yaşam yok oluyor; fiziksel yaşam, içgüdü ağırlıklı yaşam ön plana çıkıyor. Aşk bile salt cinselliğe, cinsel dürtülere indirgeniyor. Fizyolojik gereksinimlerin karşılanması, doyumu, daha kaliteli bir yaşam mı ifade ediyor? Kaldı ki fizyolojik gereksinimlerin karşılanması konusunda da kuşkularım var. İnsanlığı bir bütün olarak aldığımızda fizyolojik gereksinimlerin daha iyi karşılandığını savunmak da zor.

Birleşmiş Milletler raporlarına göre, bir milyardan fazla insanın açlık sınırında yaşadığı, günde 16-18 bin çocuğun açlıktan öldüğü bir dünyada, fizyolojik gereksinimlerin daha iyi karşılandığını iddia etmek, bana pek inandırıcı gelmiyor. ABD'nin büyük şehirlerinde ve Londra'daki manzaraları, insanların mağaza kapılarında, içerlek vitrin önlerinde metronun geçiş yerlerinde gecelemelerini, bu kez Paris'te daha yaygın olarak gözledim. Kalın mukavva altlıklarla kirden renkleri pek belirlenemeyen yorganları ile hava karardıktan sonra geceleme yerleri arayan ya da belirledikleri yerlere yerleşen insanların sayısının arttığını gözledim.

Marka rantı ile marka bağımlılığına, daha değerli demiyorum daha pahalı malları almayı, yükselmeyen hizmet kalitesine daha yüksek bedel ödemeyi refah sayıyoruz. Kaliteli yaşam anlayışımız marka kullanmakla, savurganlıkla özenti ile gösteriş ile, gösteriş harcamaları ile sınırlı... Böyle bir yaşamı, düşünsel ve duygusal bir yaşamla bütünleşmediğinde, kaliteli diye nitelendirmek yanıltıcı.

İnsan yaşamını kaliteli hale getirmek için değer yargılarının, eğitim sisteminin değişmesi gerekir. Sanat ağırlıklı ve çevreci bir eğitim sistemi, insanları sanatla ilgilenmeye yönlendirici, çevreyi korumaya özendirici ve bu alanlarda uygulama ağırlıklı bir eğitim, kaliteli yaşam için gerekli. Çocuklara bilgisayar kullanmasını öğretiyoruz. Bunun yanı sıra niye bir müzik aleti çalmasını, ağaç, çiçek yetiştirmesini, çevreyi korumasını öğretmiyoruz. Kapitalizmin istediği, gereksinme duyduğu türden yalnız üretim aracı olarak kullanılan insan tipinden duygusal, düşünsel yaşamı zengin, yaratıcı bir insan tipine neden yönelmiyoruz? Bu tür bir değişim, hem insan yaşamına anlam ve kalite katar, hem çevrenin daha iyi korunmasını sağlar; tüketim açısından da daha dengeli bir yaşama yol açar.

Kapitalist bir eğitim tarzı, büyük şirketlerin yarattığı marka rantı, fiyat şişkinliği, insanları yönlendirici reklam harcamaları, düzeysiz medya, ne yazık ki insan yaşamını daha değerli ve kaliteli hale getirmiyor.

Perşembe, Aralık 06, 2007

Toryum II

4 Aralık tarihinde Toryum üzerine yazdığımız yazıya ek olarak, bugünkü Cumhuriyet Gazetesinde Ali Sirmen'in Engin Arık ve Toryum üzerine yazdığı makaleyi aşağıya kopyalıyorum.

- - - - - -

DÜNYADA BUGÜN
ALİ SİRMEN
Engin Arık'ın Anısına Saygıyla...
"Isparta'daki uçak kazasında yerleri doldurulması güç değerli bilim insanlarımızı da yitirdiğimiz için insani açıdan olduğu kadar, toplumsal açıdan da kaybımız çok büyük" deniyordu bu sütunda pazar günü. Acaba öyle miydi?

Kazada yitirdiğimiz çok değerli bilim insanı Engin Arık 'ın yaşamına ve karşılaştığı güçlüklere bakınca, bunu söylememizin çok güç olduğunu görürüz.

Evet kayıp büyüktür, ama biz yaşarlarken, o insanların değerlerini, yaptıkları çalışmaların önemini, Türkiye için sağlayacağı yararları kavramamıştık, yani var olan değeri fark etmiş, önerilere kulak vermiş, yapılan bilimsel araştırmalara eğilip, destek sağlamış değildik ki, şimdi onları kaybetmiş olduğumuzu söyleyebilelim.

Deneysel nükleer fizikçi olan Engin Arık , Türk Ulusal Hızlandırıcı Projesi'nin önemli bir yürütücüsüydü ve önümüzdeki yıl başlayacak Atlas ve CAST deneylerinin Türk grup lideriydi.

Engin Arık ile bildiğim kadarıyla ilk kez söyleşi yapan dostum şair ve gazeteci Hürriyet'in köşe yazarı Özdemir İnce olmuştu. İnce ile bundan yaklaşık 5.5 yıl önce Hürriyet'teki köşesinde yaptığı söyleşisinde bu değerli bilim insanımız, nükleer enerji üretiminde, toryumun önemini vurguluyordu.

***

Özdemir İnce'nin 27 Temmuz 2002'deki yazısından özetleyerek toryumun önemini açıklamaya çalışayım.

1828'de Berzelius tarafından keşfedilen ve radyoaktifliği 1898'de Marie Curie tarafından ortaya çıkarılan bu element, torit, torianit ve monazit gibi cevherlerin içinde bulunan ve uranyumdan üç kat daha fazla rastlanan bir metal. Tümü radyoaktif olan izotopların karışımından oluşur doğal toryum... Toryum ­ 232 bir kuluçka reaktörle elektronükleer sanayii için önemli bin enerji kaynağıdır.

Türkiye dünya rezervlerinin hemen hemen yarısına sahip. Gerçekten de, Avustralya'da 300 bin, Hindistan'da 290 bin, ABD'de 160 bin, Kanada'da 100 bin, Güney Afrika'da 35 bin, Brezilya'da 16 bin ton toryum bulunmasına karşılık Batı Anadolu'da 800 bin ton toryum bulunmakta.

- Toryum nükleer enerji reaktörleri çalışmaya başladı diyelim, elimizdeki toryumun ömrü ne, diye soran Özdemir İnce'ye Prof. Arık'ın yanıtı şu oluyor:

- Ebediyen diyebiliriz.

Toryumun ülkemizde dünya rezervlerinin yarıya yakınının bulunmasının yanı sıra, nükleer enerjide kullanılmasının başka avantajları da var.

***

Prof Arık, toryumun bu avantajını şöyle açıklıyor:

"Bizim rezervlerimiz zaten toryum 232. Yüzde yüz oranda oksitlenmiş durumda toryum içeriyor. Kurşun hedef dediğimiz şey, içine toryum konulan bir muhafaza, bir kap, silindirik biçimde, boru biçiminde olabilir. Üzerine hızlı proton gönderildiği için 'hedef' olarak adlandırılıyor. Bu tip reaktörlerin eskileriyle mukayese edilmeleri mümkün değil. Kesinlikle patlama tehlikesi yok. Çernobil benzeri bir felaketin tekrarlanması mümkün değil. Radyoaktif kalıntı minimum nispetinde. Bu da nötronlarla yok edilebiliyor. Reaktörün fişini çektiğinizde her türlü işlem duruyor. Doğa kirlenmiyor, minimum atıklar da uzun ömürlü değil."

Toryumun bu tip bir reaktörde yakıt olarak kullanılabileceği ancak 1993 yılında kanıtlanabilmiş. Bu konuda ilk reaktörler belki de 2010'da devreye girebilecek. Çalışmaları CERN (European Center for Nucleer Research) yürütüyor.

Türkiye, mali açıdan külfetli bulduğu için kuruluşun üyesi değil. Sadece Engin Arık, bu konudaki deneyimi ve kişisel nitelikleri sayesinde çalışmalara davet edilmekteydi.

Söyleşinin yapıldığı ve yayımlandığı 2002'den bu yana bir şey değişmedi.

Oysa Türkiye'nin bu konuya sıcak bir biçimde eğilmesi şart. Prof. Arık'ı yakından tanıyanlar, onun gördüğü ilgisizliğin ötesinde, karşılaştığı engellemeler yüzünden de ne acılar çektiğini çok iyi bilirler. Engin Hanımefendi'nin ifadesiyle yalnızca DPT konudan haberdar ve ilgili görünmekteydi.

Burada Engin Arık'ın anısına saygı ve de dostum Özdemir İnce'ye de teşekkür ederek, konuyu kamuoyunun dikkatine bir kez daha sunmak isterim.

Evet toryuma dikkat! Yatırım emek ve bilimsel çalışma ile iyi bir çıkış yolu olabilir.

Salı, Aralık 04, 2007

Toryum

Alışkanlığım olduğu üzere sabah Tatlıses FM'de (ne alaka diyebilirsiniz ama muhalif bir sese Tatlıses FM yer veriyor, hem de böyle bir zamanda!) Ümit Zileli ile Sesli gazete programını dinliyordum. Özdemir İnce'nin bugünkü yazısından ve toryumdan bahsetti. Özdemir İnce'nin yazısını aşağıya kopyalıyorum.

Toryum üzerine küçük bir araştırma yaptım. Malum internet bir bilgi denizi ama internette bulduğumuz her bilginin doğru olduğu anlamına gelmiyor. Aynı konu üzerinde farklı yorumlar mevcut. Mesela Türkiye Atom Enerjisi web sayfasında Toryum rezervlerimizin 380.000 ton civarında olduğu belirtiliyor ama "ülkemizdeki toryum rezervi ekonomik olmadığından dolayı dünya toryum rezervleri hakkında verilen bilgiler arasında genelde yer almamaktadır." denilmekte. Toryum ile ilgili Akşam gazetesinde yer alan bir habere göre (rakamlar arasında dağlar kadar fark var!) rezervlerimiz 30.6 milyon ton. Habere göre "Enerji üretiminde 1 ton toryum, en az 1 milyon ton petrole eşdeğer"


Aklıma Hidrojen Enerjisi, Prof.Dr. T.Nejat Veziroğlu başlıklı yazımız geliyor. Toryum, bor hatta petrolümüz var. Enerji başlıklı yazılarımız altında incelediğimiz rüzgar ve güneş enerjilerimiz var. Biri olmazsa diğeri. Türkiye’nin imkanlarına, kaynaklarına rağmen bizlere yaşatılan hayata üzülüyorum. Petrolden elde ettikleri gelir ile çöle kapalı kayak merkezi yapacak kadar çok paraya sahip olan uluslardan, çok daha fazla doğal kaynağa sahip olan bir ulusun (Türklerin) neden bu durumda olduğunu anlayamıyorum.

- - - -

Engin Arık’ın vasiyeti

"ŞİMDİ sırası mıydı?" Engin Arık, uçak düşerken, son bilinç anında bu soruyu sormuştur mutlaka. "Şimdi sırası mıydı?" 26 Temmuz 2003 günü Bağdat’ın Hayfa Caddesi’nde Amerikalı askerlerin namluları üzerimize çevriliyken ben de kendime sormuştum bu soruyu.

Ölümle burun buruna gelince insan bu soruyu soruyor kendine? O anda müthiş bir isyan yaşamıştır Engin Arık. Haksız ve adaletsiz bir ölüm!

Kanser, haksız ve adaletsiz bir ölüme yol açmamak için girişimini ertelemişti. Kanser döneminde birkaç kez telefonla konuşmuştuk. Hastalıkla ve ameliyatla ilgili olarak. Oğlum Tan (Harvard Tıp Fakültesi) kanserin filmlerini, raporlarını incelemişti. O dönemi biraz biliyorum, biliyoruz.

AKADEMİK MUTSUZ

Isparta’da düşen uçakta yitirdiğimiz Prof. Dr. Engin Arık’ın çok yakın arkadaşı değildik. Çok yakın arkadaşları, bizim çok yakın arkadaşlarımızdı. Benim Engin Arık’ı tanımama toryum neden oldu. Yazımın başlığını da onun toryum aşkını düşünerek koydum.

Tanıdığım ve bildiğim kadarıyla, ailesi içinde, meslektaşı olan eşiyle, çocuklarıyla çok mutluydu; yakın arkadaşlarıyla da mutluydu. Politik olarak son derece mutsuz olduğunu biliyorum. Yazıştık! Toryum çalışmaları dolayısıyla karmaşık duyguları vardı: Çalışma arkadaşlarından, öğrencilerinden memnundu. Ama onun dışında akademik çevreden, hükümet çevrelerinden, TÜBİTAK gibi kurumlardan hoşnut olduğunu söyleyemem. Bilen biliyor!

SERVETİN ÜZERİNDE

Basın ve medya da fizik alanında ne yaptığını bilmiyordu Engin Arık’ın. Ben de... Ta bir rastlantı sonucu aynı masa çevresinde oturuncaya kadar.

Hisarüstü’nde, yeni evlenmiş bir çift ile tanıştırılmak için davet edilmiş konuklar arasındaydık. Siyaset ve futbol birbirini tanımayan insanların birbirine alışma alanıdır. Bizim masanın konusu "sanayi siyaseti" idi. Lenin’in "Elektrik eşittir uygarlık" sözünden esinlenerek "Ucuz elektrik eşit sınai kalkınma" demiştim.

"Kurtarıcının üzerinde oturuyorsunuz ama haberiniz yok!" demişti, masanın karşı ucunda oturan mavi gözlü, sarışınca ve topluca bir hanım: Boğaziçi Üniversitesi Fizik Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Engin Arık, Türkiye Fizik Derneği İkinci Başkanı. Sonra eklemişti: "Büyük bir servetin üzerinde oturuyoruz, küçük bir bilimsel yatırımla toryumu enerjide kullanarak dünya devleri arası girebiliriz."

28 TEMMUZ 2002

Sonra, Engin Arık’ın Boğaziçi Üniversitesi’ndeki laboratuvarına gittim ve kendisiyle bir söyleşi yaptım. Söyleşi "Kurtarıcının Adı Toryum" manşetiyle, 28 Temmuz 2002 tarihli Hürriyet Pazar’da tam sayfa yayınlandı. Ve Türkiye toryumun ne olduğunu, nükleer enerjide nasıl kullanılacağını öğrendi. Bana, aralarında Hakkı Devrim başta olmak üzere birkaç kutlama telefonu geldi. Birkaç bilimsel kıskançlık telefonu. Hükümet ciheti duymazdan geldi. Oysa ben yayınlanan söyleşinin küçük bir zelzele yaratacağını sanıyordum.

Bu vesileyle, Engin Arık’ın "bilimsel elma"sının gerçekliğini de tanıdım: Yarısı umut ve mutluluk, öteki yarısı umutsuzluk ve mutsuzluk idi. Sözünü ettiğim söyleşiyi bulup okuyun. İnternette var. Toryum ve "Nobel’e layık görülen Engin Arık!" gerçeğini öğrenirsiniz. Toplum, siyaset, hükümet çevreleri ve bilim bürokrasisi toryum konusunda biraz bilinçlenirse bu saçma ölüm biraz da olsa bir işe yarar!..

Perşembe, Kasım 29, 2007

Taşkışla Sürdürülebilirlik Toplantıları


Sürdürülebilir, alternatif yaşam üzerine akademik çalışmalar devam ediyor. Geç haberimiz olan ODTÜ'de yapılan Uluslararası Sürdürülebilir Yaşam Çalıştayından sonra İstanbul Taşkışla'da da Sürdürülebilir yaşam üzerine toplantılar düzenlenecek. Toplantılara ait detaylara ekli resim üzerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.

İstanbul'da toplantılara katılabilme imkanı olanlara haber etmek istedik.

Pazartesi, Kasım 26, 2007

Alternatif Emeklilik ve Çevre Kredi Projesi

Tesla mısınız? Edison mu? Bilgiyi Paylaşmak başlıklı yazımıza 19 Kasım'da bırakılan yorum üzerine yaptığımız yazışmayı sizlerle paylaşmak istiyoruz.

Yorumumuzu ve yaptığımız yazışmayı yeni bir yazı olarak yayınlamaktaki amacımız, sağlıklı ve "kimseyi yanlış yönlendirmeyecek" sonuca ulaşabilecek bir bilgi paylaşım sürecini başlatmaktır. Diplomaside yalanlamamanın ve sessiz kalmanın ne anlama gelebileceği malumunuzdur. 19 Kasım'dan beri mesajımıza cevap alamadık.

Bir ufak hatırlatma; Alternatif Yaşam Planlaması yazarlarının hiçbirinin ceviz/ceviz fidanı satışı ile ilgili faliyet gösteren bir firma ile iş ilişkisi/ortaklığı bulunmuyor. Üçüncü şahısların hayata geçirecekleri olası projelerden maddi bir çıkarları söz konusu olamayacaktır.

- - - -

Merhaba
Bireysel Emeklilik Danışmanlığı yapıyorum ve malesef sistemin makroekonomik ve mikroekonomik yapıda uzun vadede neler getireceği hakkında hiçbir bilginiz olmadığı gibi insanları da yanlış bilgilendirdiğinizi üzülerek okudum.Tüm dünyada emeklilik sistemlerine yönelik reformlar yapılıyor. Bu reformların bir sonucu olarak, emeklilik için toplanan fonların ekonomiye katkısı maksimum düzeyde.Ayrıca bunun bir devlet politikası olduğunu söylemekte de yarar var.Sistem ise gayet açık.Uzun vadeli yatırımı düşünmeyen hiçbir müşterimize de (kesintilerinden bahsederek) sistemi zaten tavsiye etmiyoruz.Kişi kendi geliri kadar birikim yapıyor ve uzman potföy yönetim şirketleri tarafından yatırımları değerlendiriliyor.Eğer siz elinize 100 ytl veya daha az bir para alıp bununla bankaya veya yatırım şirketine gidip paranızın %30 u ile tahvil, %50 si ile hisse senedi fonu, %20 si ile para piyasası likit fonu alabilirim derseniz (ki muhtemelen dikkate bile alınmazsınız) bu sizin meziyetiniz olur .Önünüzde saygıyla eğilirim.Yada uygulama zorluğu çekmezseniz sel basmaz ,ağaçlar kurtlanmaz vs.. kötü süprizlerden arındırılmış steril ortamda ceviz bahçesinden de pek tabii gelir elde edebilirsiniz.Bahçe örneğinden hareketle küçük bir hesaplama yapmakta da fayda var;
Minimum 10m2 den bahçemizi oluşturalım.Sistemin şu anki hedefi 3 milyon kişi ...
3.000.000 * 10 = 30.000.000m2 alana ihtiyacımız var demektir.(sistem münferit değil genel düşünmelidir)Bu da arazi bulmak açısından oldukça zorlayıcı olur.
Ayrıca sistem mantığı tamamiyle sosyal güvenlik hizmetlerinin kendisi olmak değil ;tamamlayıcısı olmaktır.Eğer öğrenmek istediğiniz veya tartışmak istediğiniz bir konu varsa herzaman beklerim..
Dilek Demircan

- - - - -

Dilek Hanım merhaba,

Yorumlarınız için teşekkür ederim. Doğrusunu isterseniz Alternatif Emeklilik hakkındaki yazılarım ve projelerim konusunda bir bankacıdan/bireysel emeklilik sistemi danışmanından ne zaman yorum alacağımı merak ediyordum. Siz yazma cesaretini gösteren ilk kişisiniz. Tekrar teşekkür ederim.

Kişisel görüşüm banka ve bankacılık sisteminin çok adilane dövüşmediği ve bel altına vurmanın oyunun kuralıymış gibi davrandığı. Sorun bel altına sadece bankanın vurabiliyor olması. Bu durum kredi kartı faizleri, krediler, bireysel emeklilik gibi birçok alanda örneklendirilebilir. Tabii ki kimse tüketiciyi kredi için "zorlamıyor" ama kuralların eşit olmadığı aşikar. Konumuzun bankacılık sektörünü sorgulamak olmadığını düşünerek geçiyorum.

Benim amacım bankalara düşman bir tavır sergilemek değil. Kaldı ki sosyal güvenlik sistenminde bankalar yeni yer alıyor. Büyük sorun Sosyal güvenlik sisteminin ve eğitim sisteminin yanlış olması. Alternatif Emeklilik projesi kişilere farklı bir gelecek seçeneğin olduğunu düşündürmek.

Alternatif Emeklilik projeleri üzerine birçok yazı yazdım, hepsini okudunuz mu bilemiyorum. En kısa özetini http://www.slideshare.net/muratunel/cevre-kredi/ linkindeki sunumda bulabilirsiniz. Sunumum ile ilgili yorumlarınızı, farklı bir bakış açısını görmem açısından bilmek isterim.

Mesajınızda Bireysel Emeklilik Sisteminin makroekonomik ve mikroekonomik yapıda uzun vadede neler getireceği hakkında hiçbir bilgimin olmadığını ve insanları yanlış bilgilendirdiğimi belirtmişsiniz. Projemin mikro bir proje olduğunu yazılarımda belirttiğimi hatırlıyorum. Mikro/Birey boyutlu yapılan hesaplamalarda bir ceviz bahçesinden elde edilecek gelir "her zaman" alternatif getiri kaynaklarından fazla çıkıyor. Dileğim, benim teorik olarak yaptığım çalışmanın tarafsız kaynaklarca incelenmesi ve yapılabilirliğinin sorgulanması. Alternatif Emeklilik projesi değerlendirilir ve hesapladığım kadar ( hesapladığımın 1/4 ü kadar getiri bile olsa alternatif getirilerden fazlası yapmakta) getiri elde edilemeyeceği, yapılabilirlik olarak hiç verimli olmadığı belirtilirse sevineceğim bile. En azından kafamdaki "Bu kadar getiri olabiliyorsa, neden kimse yapmıyor?" sorusuna cevap bulmuş olurum. Projemi yayınlamaktaki amacım insanları yanlış yönlendirmek değil, farklı düşünmelerini sağlamak ve sizin gibi farklı görüşleri duyabilmekti.

Makro boyutuna gelince. Keşke 3 milyon insan bu konuyu uygulamak istese. Yazılarımda Alternatif Emeklilik projesinin makro etkilerini (asıl amacı bu olmadığı için) yüzeysel olarak değinmiştim. Ama inanıyorum ki, Alternatif Emeklilik Projesinin makro etkileri, Bireysel Emeklilik sisteminin makro etkilerinden daha fazla ve yararlı olacaktır.

Konuyu çevrenizde daha üst düzeyde değerlendirme şansınız olursa, sonuçları konusunda bilgilenmek isterim.

Mesajlarımızın sağlıklı bir bilgi değişimi başlatmasını umut ediyorum.

Faik Murat Unel

Cuma, Kasım 23, 2007

Ömercan Çiftliği


Ömercan Çiftliği Türkiye'deki en kapsamlı ve gelişmiş ekoköy girişimi olmalı. Bizim Alternatif Yaşam Planlaması boyutunun üzerinde bir çiftlik. Ziyaret edilecek yeni bir adresimiz oldu. Ömercan Çiftliği ile ilgili bir haberi aşağıya ekliyorum. İlgilenenler Ömercan Çiftliği ile ilgili detaylı bilgiye web sayfalarından ulaşabilirler.

- - -

Hiç bir organik çiftliğe abone oldunuz mu? Batı’da çok yaygın olan bu yöntemi, Çanakkale’de organik tarım yapan Ömercan Çiftliği uyguluyor. İstanbul, Ankara ve İzmir’de aboneleri var. Bu müşterilerin kapılarına her pazartesi bir kutu ulaşıyor. Kutuların içinde çeşitli sebzeler, otlar ve salatalar bulunuyor. 6-7 veya 3-4 kilo olan kutuların fiyatları 50-30 YTL arasında değişiyor. İsteyen az miktarda küçük kutu da ısmarlayabiliyor.

Nurten Kam Erzincanlı bir Türk, Chevrel Traher ise Galli bir Britanya vatandaşı. 62 yaşındaki Nurten Kam, ODTÜ’de iş idaresi okumuş, özel şirketlerde yöneticilik yapmış, kendi işini kurmuş. Chevrel Traher’ın babası uluslararası şirketlerde avukat olduğundan çocukluğu farklı ülkelerde geçmiş, ziraat eğitimi almış, bahçe ve tarla bitkileri üzerine uzmanlaşmış. 1995’te İstanbul’a gelmiş, English Gardens adlı bir peyzaj şirketi kurmuş.

Kentlerin curcunasından usanan Nurten Kam, büyük bir çiftlikte hem yaşayıp hem çalışsam diye hayaller kurarken, Chevrel Traher de geniş bir arazi bulup Türkiye’de organik tarıma başlamak istedi. İkisi 2003’te Atilla Rador’u da ortak alıp çiftlik aradılar. Mehmet Ali Babaoğlu ve Mehmet Ali Doğan’ın Çanakkale’ye 17, Troya’ya 4 kilometre mesafedeki İntepe’de 1500 dönümlük arazisini çok beğendiler. Dörtte biri ormanlık olan arazide 40 yıldır ekim yapılmadığından arazi tertemizdi.

Böylece Nurten Kam, Atilla Rador, Mehmet Ali Babaoğlu, Chevrel Traher ve Mehmet Ali Doğan birlikte Ömercan Ziraat Turizm Ticaret A.Ş. adlı bir şirket kurdular. 151.36 hektarlık büyük bir organik çiftliği kuruldu. 2004 baharında Nurten Kam ve Chevrel Traher işe girişti. Araziye bir ekoköy, meyve bahçesi, sağlık otları, salata ve üzümsü meyveler bahçesi kuruldu, sebze ekilmeye başlandı. Bir kuyu açıldı, su dağıtım sistemi yapıldı. Tüm çalışmalarda ekosistemin ve tür çeşitliliğinin korunmasına dikkat edildi.

YABANİ OTLAR İÇİN SERTİFİKA ALACAKLAR

Bugün çiftlikte tüm çalışmalar doğal yollarla yapılıyor. 6500 zeytin ağacına asılan şişelerde bulunan doğal zehirler, zeytin sineğini cezbederek yok olmasını sağlıyor. Ekili arazilerdeki tırtıllar ya yapışkanlı bir ilaçla ya da elle toplanıyor. Bir gram bile kimyasal gübre kullanılmıyor. Kaz Dağları’nın zirveye yakın platolarında yaşayan yarı göçer köylülerden alınan keçi gübresi kullanılıyor. Arazinin yüzde 32’si bahçe ve tarla tarımına ayrılmış, gerisi kontrollü bir şekilde doğal haliyle bırakılmış.

Ürünlerin organik tarım denetimini 2005’ten bu yana Alman CERES firması yapıyor. Birkaç ay sonra hiç kimyasal değmemiş ormanlık alanda bulunan yabani bitkiler için de sertifika alacaklar. Ormanda kimi sofrada kullanılabilecek, kimi eczacılık hammaddesi olabilecek çeşitli mantar, yabani baharat, ot ve meyve var. Sertifika alınınca bunlar da satışa çıkarılacak.

6500 zeytin ağacından elde edilen zeytinlerin de organik ürün sertifikası var. Ömercan Çiftliği’nde bugün 100’e yakın ürün yetiştiriliyor. Çiftlik, Batı’da yaygın olan abonelik sistemini Türkiye’de uyguluyor. İstanbul, İzmir ve Ankara’da aboneleri var. Her pazar günü sebzeler, meyveler ve otlar paketleniyor, soğutuculu araçlara bindirilerek pazartesi sabahı müşterilere elden teslim ediliyor.

ABONELERE YOLLANAN KUTULARDA NELER VAR

KARIŞIK KUTU Sebzeler: Bezelye, biber, brokoli çeşitleri, brüksel lahanası, domates, fasulye, enginar, havuç çeşitleri, ıspanak, pazı, karnabahar, kohl rabi, lahana çeşitleri, sarmısak, soğan, yaprak kereviz, kök kereviz, soya fasulyesi, pancar, patates, patlıcan, tomatillo, semizotu. Salata ve Yeşillikler: Yeşil marul, kırmızı marul, çin lahanası, roka, taze soğan, turp çeşitleri, frenksoğanı, hindiba, kıvırcık hindiba, kırmızı lahana, pak choi, mizuna, mibuna. Sağlık Otları: Adaçayı, biberiye, defne, dereotu, reyhan, kekik, mercanköşk, kişniş, kuzu kulağı, maydanoz, nane, rezene.

SALATA KUTUSU Salata ve Yeşillikler: Yeşil marul, kırmızı marul, çin Lahanası, roka, taze soğan, turp çeşitleri, frenksoğanı, hindiba, kıvırcık hindiba, kırmızı lahana, pak choi, mizuna, mibuna. Sağlık Otları: Adaçayı, biberiye, defne, dereotu, reyhan, kekik, mercanköşk, kişniş, kuzu kulağı, maydanoz, nane, rezene.

KÜÇÜK KUTU Karışık kutu içeriğiyle aynı, sadece miktarı değişiyor.

FİYATLAR 6-7 kiloluk karışık kutu İstanbul ve İzmir için 45, Ankara için ise 55 YTL. 3-4 kiloluk salata kutusu İstanbul ve İzmir için 40, Ankara için 50 YTL. İçinde 3-4 kiloluk sebze ve salata çeşitleri bulunan kutular ise üç kente de 30 YTL’ye ulaştırılıyor.

Çarşamba, Kasım 21, 2007

Güzel Günler Göreceğiz, Güneşli Günler

Üyesi olduğum Temiz Enerji yahoo grubu moderatörü Sn. Ateş Uğurel'in yazılarından bazılarını BLOG'umuzda daha önce yayınlamıştık. Ateş Bey'in güneş enerjisi ile ilgili yeni bir yazısını eklemek istiyoruz. Ateş Bey'in güneş enerjisinden elektrik üretimi ile ilgili öngörülerini ve "Devlet Eli ile Özel Sektör Rüzgarı" başlıklı yazımızda aktardığımız haberi düşünelim. Rüzgar enerjisi artı güneş enerjisi şu anki mevcut kapasitemizin nerede ise üç katı kadar kaynak sağlıyor.

Bu durumda;
- Hangi nükleer enerji, niye nükleer enerji diye sormazlar adama?
- Hangi adama? Adam mı var sorumlu?


- - - - -

Güneş panellerinin fiyatlarının düsüceği ile ilgili haberleri 11 yılı askın bir süredir icinde aktif olarak yer aldığım bu sektörde gerçekten sizin de dediğiniz gibi sık sık duymamıza rağmen radikal bir fiyat degisikliği olmadı.

Bunda en büyük etken talebin üretimden cok daha fazla olmasi ve talebi karsilayacak üretim kapasitesinin (günes panellerinin temel hammaddesinin hidrojenden sonra dünyada/evrende en cok var olan 2.element olmasina ragimen) hemen oluşturulamamiş olmasi. Ancak 2008-2009 yilinda yüzlerce yeni firma üretime geçiyor, eski üreticiler de kapasite arttırıyor.

Bir ilginç gerekce de dünya genelinde LCD ekran TV'lara gelen asiri talep ve sınırlı üretim kapasitelerinin bilhassa yari-iletken teknolojisi üretimi yapan firmalar tarafindan öncelikli olarak kar marji daha yüksek olan LCD ekran sektörüne aktarilmasi idi.

Ancak bu sefer gerçekten cok farklı bir durum var, cok daha fazla teknik ve finansal bilgi vermek isterdim, ancak temsilcisi oldugumuz dünya lideri Sharp firmasi ile Almanya ve Avusturya'da yaptıgımız toplantılarda aldığımız bazı bilgiler gerçekten şirketin ticari sırrı, daha önce de söyledigim gibi 2008 yılından itibaren tüm dünya güneş enerjisi konusunda büyük süprizler yaşamaya başlayacak. Sanırım bunları cok detaylı olarak sizlerle 1.Güneş Enerjisi fuarında paylaşacağiz.

Bir fikir vermesi açısından şunu söyleyebilirim, sadece Sharp firmasi (diger oyuncularin yatirim planlarini bilmiyorum) 1-1.5 GW'lik (2-3 katina cikarmayi planliyorlar bir süre sonra) bir yatırıma başlamış durumda. Yani sadece bir günes paneli üreticisi yılda kurulu güc olarak 3-4 nükleer santral'i dünya pazarina sunmuş olacak.

Ve sanirim daha önce yazdığımda "fazla önemli" bulunmadı hararetli nükleer enerji tartismalari icinde, tekrarlamak istiyorum, 2011-2012 yillarinda günes enerjisinden üretilen elektrik tüm Akdeniz ülkelerinde sebeke elektriği ile aynı fiyata gelecek. Sadece 4-5 yil sonrasindan bahsediyorum. ..

Bu olduğu zaman hem dünyada hem Türkiye'de ufak çaplı yeni bir enerji devriminin başlangıcını yaşayacağız.

Bu bilgilerim eşliğinde enerji kaynagı olarak Türkiye'de nükleer santrallerin düşünülmesi bana her anlamda cok uzak geliyor. Nükleer enerjinin politika-tıp- insaat-uzay yolculugu-hidrojen üretimi gibi gercekten cok farkli alanlardaki degisik acilimlari ise bu konunun farkli perspektiflerden tartisilmasini gerekli kiliyor.

Benim inancim ve bilgim sadece ve sadece bir elektrik enerjisi üretim kaynagi olarak nükleer enerji'ye dünyanın hiçbir ihtiyacı olmadığı yönünde..

Saygilar,
Ates Ugurel

Salı, Kasım 20, 2007

Milyoner Olmak

Gazeteden 5-6 ay önce kesip sakladığım yandaki haberi tarayıcımdaki arızadan dolayı yayınlayamıyordum. Tarayıcımdaki arıza giderildi ve haberi sizlerle paylaşmak istedim.

Alternatif Yaşam Planlaması olarak birincil amacımızın zengin olmak olmadığı malum ama yandaki haber üzerine biraz düşünmek istiyorum.

2000 metrekare seranın (sera var, sera var tabii) maliyeti konusunda fikrim yok. Gider bölümünü pas geçip, gelir bölümü üzerinde düşünelim. Gelir bölümüne ait rakamları da fikir cimlastiği için benim uydurduğumu, +/- farkların olabileceğini hatırlatıyorum.

" 1 milyon adet fidan, 1 liradan olsa, 1 milyon lira yapar."

Demem o ki; çalmadan çırpmadan, kimseyi dolandırmadan, yüzlerce kişinin çalıştığı büyük bir işyeri/fabrika sahibi olmadan, Alternatif Yaşam kurgusu içinde de milyoner olunabiliyor.

Salı, Kasım 13, 2007

Uluslararası Sürdürülebilir Yaşam Çalıştayı

Her zaman savunduğum Alternatif Yaşam Planlamasının, ekolojik yaşamın ve ekoköylerin üniversitelerde bir bölüm olarak okutulması fikri uzun vadede bir hayal olmayabilir.

4 - 10 Ekim 2007 tarihleri arasında ODTÜ, Ankara'da Uluslararası Sürdürülebilir Yaşam Çalıştayı gerçekleşmiş. Malesef bu çalıştaydan bugün haberim oldu. Uluslararası Sürdürülebilir Yaşam Çalıştayı üniversitelerde "Sürdürülebilir Yaşam" dersi için bir ilk adım olabilir.

Çalıştaya ait detayları aşağıya kopyalıyorum. İsteyenler linkinden internet sayfasına ulaşabilirler.

Umarım seneye bu çalıştay yinelenir ve önceden haber alarak çalıştaya katılabilirim. Çalıştayın sonuçları konusunda bir araştıma yapacağım, sonuç bilgilerine ulaşabilirsem sizlerle paylaşacağım.

- - - - - - -

Uluslararası Sürdürülebilir Yaşam Çalıştayı

4 - 10 Ekim 2007 ODTÜ, Ankara


Bu çalıştay Birleşmiş Milletler Eğitim ve Araştırma Enstitüsü-UNITAR tarafından onaylanmış olan Ekoköy Tasarım Eğitimi müfredatını esas almaktadır.

Sürdürülebilir yaşam için ekolojik köy eğitimi elementlerini içeren bir haftalık yoğun bir eğitim programına katılımızı bekliyoruz.

Bu çalıştay, Güneşköy Kooperatifi, Küresel Ekoköyler Ağı-Avrupa ve Gaia Vakfı’nın katkılarıyla gerçekleşmektedir.

Kentsel ve kırsal yaşam için sürdürülebilir tasarım temeline dayalı, ekolojik köy eğitimi elementlerini içeren bir haftalık yoğun bir eğitim programına katılımızı bekliyoruz.

Sürdürülebilir Yaşam Eğitimi Nedir?

İklim değişikliği, fosil yakıtların ve yenilenebilir olmayan kaynakların çok hızlı bir şekilde tüketilmesi ve bunun getirdiği zorluklar yaşamı sürdürülebilir olmaktan uzaklaştırmaktadır. Günümüzde yeni bir sistemin yaratılmasında ve tasarımında yer alacak, katılımcı ve aktif bireyleri, gerekli bilgi ve deneyimlerle donatacak yeni bir sürdürülebilir yaşam eğitimine gereksinim vardır.

Uluslarası Sürdürülebilir Yaşam Eğitimi katılımcılarının, dünyayı yeniden şekillendirecek bilgilerle donanmasını sağlayarak, bir yandan kendi kendine yeterken, diğer yandan toplumun parçası olabilen, bölgesel ve uluslararası işbirliğine açık bireyler yetiştirilmesini hedefler.

Bu eğitim programı, Avrupa’nın farklı ülkelerindeki sürdürülebilir yaşam modellerinde ve ekoköylerde uygulanan sürdürülebilir yaşam örneklerini, modellerini ve yaklaşımlarını kapsamaktadır. Çok zengin bir bilgi, emek ve onlarca yıla dayanan ekoköy deneyimleri bu eğitimde bir araya getirilmiştir.

Bu program sürdürülebilir kalkınmanın temelleri konusunda geniş kapsamlı ve bütüncül yaşamın tüm elementlerini içeren bir eğitim sunmaktadır. Eğitim programı sürdürülebilirliğin farklı boyutlarını kapsamaktadır. Bu boyutlar; ekolojik, sosyal, ekonomik ve bütüncül dünya görüşüdür.

Bu program, başta Findhorn, Aurovielle, Crystal Waters gibi ekoköyler olmak üzere kırsalda ve kentlerde bir çok farklı ülkede, beş kıtada uygulanmaktadır.

Eğitimin İçeriği:

• Sürdürülebilirlik kavramı
• Sosyal sürdürülebilirlik –çeşitliliği kucaklamak, iletişim becerileri, katılımcı karar verme süreci
• Ekolojik sürdürülebilirlik ve ekolojik ayakizi
• Permakültür tasarımı, alanda çalışma ve uygulama
• Ekonomik sürdürülebilirlik
• İklim değişikliği ve sürdürülebilir enerji
• Türkiye’den sürdürülebilir yaşama örnekler
• Bütüncül dünya görüşü
• Barış kültürü
• Yeni zamanlar için liderlik


Kimler Başvurabilir:

• Üniversiteöğrencileri,
• Eğitmenler,
• Sürdürülebilir yaşam konusunda çalışanlar,
• Yerel yöneticiler, s
• Sivil toplum kuruluşu çalışanları ve

Bu konuya gönül vermiş her kesimden ve meslekten kişilerin katılabileceği, bütüncül bir eğitim programıdır.

Konaklama günlük:
ODTÜ Öğrenci Yurdu – 4 kişilik odalar, her katta ortak banyo tuvalet - 10 YTL
ODTÜ Öğrenci Konukevi – 4 kişilik odalar, her katta ortak banyo tuvalet -17.5YTL
ODTÜ Öğrenci Konukevi – 2 kişilik odalar, her katta ortak banyo tuvalet -20-25 YTL
ODTÜ Öğrenci Konukevi – tek kişilik odalar, banyo tuvalet odada -30 YTL


Çalıştay ücretsizdir. Katılım 30 kişi ile sınırlıdır. Kabuller başvuru sıralamasına göre yapılacaktır.
Son başvuru tarihi 21 Eylül 2007.

Düzenleme Kurulu:
Prof. Dr. Fatoş Yarman Vural, ODTÜ Rektör Danışmanı, Toplum ve Bilim Merkezi
Prof. Dr. İnci Gökmen, ODTÜ Kimya Bölümü
Prof. Dr. Ali Gökmen, ODTÜ Kimya Bölümü, GÜNEŞKÖY
Prof. Dr. Mustafa Türkeş, ODTÜ Uluslararası İlişkiler Bölümü, Toplum ve Bilim Merkezi
Deniz Dinçel, GÜNEŞKÖY
Ayfer Toppare, ODTÜ Avrupa Çalışmaları, ODTÜ Rektörlük, Toplum ve Bilim Merkezi

Eğitmenler:

May East – May East son 30 yıldır aktif olarak sürdürülebilir yaşam alanında çalışan bir eğitimcidir. 1992 yılından beri İskoçya’daki Findhorn Ekoköyünde yaşamaktadır. May East, Findhorn Sürdürülebilir Yaşam ve Ekoköy Eğitim Programlarının yaratıcısıdır ve bu programların koordinatörüdür. Aynı zamanda Findhorn Vakfı’nın ve GEN-Avrupa’nın, Birleşmiş Milletler ile olan ilişkilerini yönetmektedir.

Michael Shaw – Findhorn Ekokoy Enstitüsü Yöneticisi, Ekolojik Sistemler tasarımcısı ve mühendisi

Prof. Dr. İnci Gökmen – ODTÜ Kimya Bölümü Öğretim Görevlisi, GEN-Avrupa Yönetim Kurulu Üyesi Güneşköy Kooperatifi.

Prof. Dr. Ali Gökmen - ODTÜ Kimya Bölümü Öğretim Görevlisi, Güneşköy Kooperatifi.

Deniz Dinçel-Biyolog, Güneşköy Kooperatifi. 2002 yılından Türkiye’de farklı STK larda çalıştı. 2004 ve 2005 yıllarını Findhorn Ekoköyünde yaşayarak ve çalışarak geçirdi. 2005 yılında GEN-Avrupa’da çalıştı. Şu an bu deneyimlerini Türkiye’de paylaşıyor.

Onikinci Gezegen


Bugün yayınlanan aşağıdaki haberi okuyunca aklıma Zecharia Sitchin'in 12. Gezegen kitabı geldi. 2012 ve Marduk gezegeni konusunda yaptığım araştırmalar sırasında okuduğum kitaplardan biriydi 12. Gezegen. Sümerler üzerine en temel kitaplardan biridir. Sümer silindir mühürleri ve çivi yazıtlarından elde edilen bilgilerin Sitchin tarafından yorumlanmasını içerir. Konumuzla bağlantılı bölümünün kısa bir özetini verirsem:

Marduk Gezegeninde yaşayanlar altın toplamak için Dünya'ya, Mezopotamya bölgesine inerler. Altın madenlerinde Anunnakiler olarak adlandırılan işçi sınıfı çalışmaktadır. Altın madenlerindeki zor çalışma koşulları ve ölümler Anunnakileri, elit ve egemen sınıf, Nefilimlere karşı ayaklandırır. Kitaptan Anunnakiler ve Nefilimler ile ilgili bir alıntı yapayım. "Kadim metinler Anunnakileri Dünya'ya yerleşme işine görev alan alt rütbeli tanrılar, Nefilim halkı, görevleri yerine getiren, işleri gören tanrılar olarak tarif etmektedirler."(Sayfa 348) Nefilimler, Anunnakileri yatıştırmak için yeni bir işçi sınıfı arayışına girerler. Genetik bilimdeki bilgilerini kullanarak çeşitli hayvanların melezlemesi ile yeni bir işçi ırkı oluşturmaya çalışırlar. Sümer silindir mühürlerde tasvir edilen başı farklı, gövdesi farklı hayvan figürleri bu genetik çalışmanın sonuçlarıdır. Hayvanlar üzerinde yapılan çalışmalar başarılı sonuç vermez. Nefilimler, genetik çalışmalarına Homo erektüsün üzerinde devam ederler. Genetik çalışmanın başında bulunan Ea taşıyıcı anne olarak Enki'nin eşi Ninki'yi kullanır. Ninki'den doğan çocuğa Adapa adı verilir. "Adapa'ın doğru yaratık olduğu kanıtlanınca, kopyalarının yaratılması için genetik model veya "kalıp" olarak kullanıldı; bu kopyalar sadece erkek değil, erkek ve dişiydi" (sayfa 377)Nefilimler, homo sapiens üzerinde genetik çalışmalarına devam ederek yeni bir işçi sınıfı oluşturmayı başarırlar.

İlgilenenler 12. Gezegen kitabından sürecin devamını öğrenebilirler. Gelelim çıkarımlarımıza:

Ben günümüz genetik teknolojisinin yapabildiğinden çok daha fazlasını yapabilecek düzeyde olduğunu ancak gerek etik değerleri, gerekse dini değerleri korumak adına yapılmadığını düşünüyorum.

* Günümüz genetik teknolojisi ile insan klonlama imkanına sahip olabiliyor isek, Sümerlerin tabletlerinde anlattıkları ve yukarıda özetini verdiğim homo erektüsdan, homo sapiens'a geçiş süreci de doğru olabilir.
* Eğer homo erektüsdan, homo sapiens'a geçiş süreci doğru ise Marduk gezegeni de doğru olabilir.
* Ve EĞER Marduk gezegeni doğru ise, 2012 yılında yeniden Dünya'ya en yakın noktaya geleceği de doğru olabilir.
* 2012 yılına yaklaşmakla birlikte oluşacak olası koatik ortamdan en az etkilenmenin yolu; şehirden uzak, kendi kendine yeten, dışa kapalı bir yaşam formunda mümkün olacaktır.

Araştıralım, öğrenelim, kendi mantık ve beyin süzgecimizden geçirelim, dikkat edelim, irdeleyelim ve gerekiyorsa uygulamak için bekleyelim.

12. Gezegen kitabında okuduklarımı anlattığım bir ağabeyim yaptığı gibi "Ne Flimler (nefilimlere gönderme) çeviriyorsun bu ara?" diyerek konuya kolay bir yaklaşım getirip, işi benim(Zecharia Sitchin'in) "manyaklığıma" vurmak da bir alternatif olabilir pek tabii.

- - - - - -

ABD'li bilim insanları klonlanmış maymun embriyonu üretmeyi başardı

Sıra insanoğlunda

ABD 'deki Oregon Ulusal Primat Araştırmaları Merkezi'nde maymundan klonlanmış embriyon üretildi. Bu yöntemle henüz sağlıklı bir maymun dünyaya gelmemiş olsa da bundan sonraki denemelerde klonlanmış bir maymunun doğacağına kesin gözüyle bakılıyor.
Çeviri Servisi - Bilim insanları, insanoğluna en yakın canlı türü olan maymunu klonlamak için yürüttükleri çalışmalarda dönüm noktası sayılabilecek önemli bir adım attı. ABD'deki Oregon Ulusal Primat Araştırmaları Merkezi'nde görevli ekip, yetişkin maymunlardan klonlanmış embriyon üretmeyi başardı. İngiliz The Independent gazetesinde yayımlanan habere göre, Rus asıllı Şukrat Mitalipov ve ekibi 'rhesus makak' maymunlarından elde ettikleri embriyonları yine aynı tür maymunların rahimlerine yerleştirdi. Ancak klonlanan embriyonlar sayesinde oluşan gebeliklerde şimdiye kadar olumlu sonuç alınmadı, başka deyişle klonlanmış maymun "anne rahmi aşamasında gelişti, büyüdü" ama "doğmadı" . Mitalipov, yaptıkları 100 denemenin çoğunluğunun düşük veya ölü doğumla sonuçlandığını söylerken koyun Dolly'nin 277 deneme sonucunda klonlandığını anımsattı ve yakın gelecekte kopyalanmış bir maymuna sahip olacaklarından emin olduklarının altını çizdi. Mitalipov, kullandıkları yeni mikroskobik tekniğin başarısının altında yumurtalara zarar veren morötesi ışın içermemesinin yattığını vurguladı.

'İNSAN KLONLANMAMALI'

Koyun, fare, at, kedi ve köpekten sonra maymun klonlanmasına bu kadar yaklaşılmış olması, bunu " insan kopyalamaya ramak kaldı " şeklinde algıyan kimi çevreler tarafından memnuniyetle karşılanırken konuya ilişkin etik tartışmalarını da yeniden gündeme getirdi. İnsan klonlanmasının etik boyutuna ilişkin en ciddi uyarı Birleşmiş Milletler'den (BM) geldi. BM Gelişmiş Araştırmalar Enstitüsü yayımladığı raporda, "Dünya, Alzheimer ve diyabet başta olmak üzere bazı hastalıkların çaresini bulma ve araştırma amacı güden çalışmalar dışında insan klonlamayı kesinlikle yasaklamalı" görüşüne yer verdi.

Çarşamba, Kasım 07, 2007

Devlet Eliyle Özel Sektör Rüzgarı

Bugünkü Cumhuriyet gazetesinden aldığım yazıyı kafamda "Mevcut toplam elektrik üretimimizin iki katı kadar büyük üretim imkanı var iken, neden hala nükleer santral kurmaya çalışıyoruz?" sorusu ile aşağıya ekliyorum.

- - - - - -

Devlet eliyle özel sektör rüzgârı
MURAT KIŞLALI

ANKARA - Rüzgâr enerjisi santrallarına (RES) Türkiye'nin toplam kurulu elektrik gücünün iki katı talep gelmesi, devletin üretilecek elektriğe "alım garantisi" vermesinden kaynaklandı. Özel sektör, inşa edeceği RES'ler aracılığıyla üretilecek elektriğin kilovatsaatini, yasaya göre en az 5 sent'ten satarak büyük kâr elde edecek. Rüzgâr enerjisinin avantajı görece kısa sürede inşa edilmesi, dışa bağımlı olmaması ve atıksız işlemesi; dezavantajı ise suya göre pahalı, kömüre göre ise kesintili olabilmesi.

Toplam kurulu elektrik gücü 40 bin megavat (MW) olan Türkiye'de, RES'ler için Enerji Piyasası Düzenleme Kurulu'na (EPDK) 78 bin MW'lık talep gelmesi, dikkatleri rüzgâr enerjisine çekti. Elektrik arzı sıkıntısı çeken Türkiye'de halen sadece 156 MW'lık RES bulunurken EPDK yine de taleplerin küçük bir bölümünü kabul edebilecek. Elektrik Mühendisleri Odası'na (EMO) göre rüzgâr enerjisinde gelinen son nokta şöyle: "Sektör dünyada son 15 yılda ortalama yüzde 25 büyüdü. Sadece 2006'da 13 milyar Avro'yu aşan yatırım gerçekleştirildi. Dünyadaki kurulu güç, 1995 yılında 4 bin 800 MW'den 2006 yılı sonunda 74 bin 223 MW'ye ulaştı."

Salı, Kasım 06, 2007

Damanhur Federasyonu

Blog yazısı tadında başlayıp, esas konumuza geleceğim.

Bir süredir Alternatif Yaşam Planlamasındaki yazılarıma ara verdim. Son iki haftadır kendime ait zamanımın (ki bu çok az) büyük bölümünü yoğun olarak müzik ile geçiriyorum. Takip edenlerin bildiği üzere Co-Part grubunda bas gitar çalıyorum. Kendimize Aralık ayında bir yerde çalma hedefi koyduk. Provalarımızı bu hedef üzerinde yoğunlaştırdık. Ayrıca önümüzdeki haftaiçi bir partide çalacağız. Partide çalmak, barda çalmayı planladığımız repertuarı denemek için iyi bir fırsat olacak.
Bu yoğun koşuşturmaca eşimde "yazar mısın? müzisyen misin?" sorgulamasına yol açıyor. O'na göre birinde karar kılmam lazım. Ben, her seferinde Woody Allen örneğini veriyorum. Yazar, yönetmen, oyuncu ve müzisyen. Az bilinir ama Woody Allen, bir caz grubunda klarnet çalar. Geçen sene grubu ile Türkiye'de bir konser vermişti. Filmlerinde kullandığı müziklerin bazıları, grubu ile çaldıkları parçalardır. Gerçi uzağa gitmeye gerek yok Zülfi Livaneli için de benzer özellikleri sıralayabilirim.


Gelelim esas konumuza... Uzun zamandır Örnek Modeller başlığı altında Dünyaca tanınan iki alternatif/eko yaşam modelinden bahsetmek istiyorduk. Damanhur Federation ve Findhorn sizlerle paylaşmak istediğimiz iki büyük oluşum. Bu yazımızda Damanhur Federasyonu hakkında bilgi vermeye çalışacağız.


Damanhur hakkında Türkçeleştirilmiş detaylı bilgiyi Buğday Dergisi sayfalarında buldum. Bu yazıyı aşağıya kopyalıyorum. İsteyenler yazının aslına linkinden ulaşabilirler.

Damanhur Federasyonu internet üzerinden Meditasyon eğitimi de vermekte. Damanhur Federasyonu ile ilgili yazacağımız ikinci yazıda bu konuya değinmek istiyoruz.

İTALYA'DA BİR EKOLOJİK YAŞAM MODELİ, DAMANHUR FEDERASYONU.

BATIDAN doğuya pek çok ülkeden insanı, dili Damanhur’da buluşturan; inandıklarını yaşama isteği... 700’den fazla yaşayanı, yılda 400’den fazla ziyaretçisiyle, Alpinlerin eteklerinde bambaşka bir yerleşim Damanhur. 1977 yılında Oberto Airaudi’nin önderliğinde ruhani amaçlarla kurulmuş küçük bir komünken, şu an Damanhur Federasyonu olarak adlandırılacak kadar büyümüş.

1979’larda ilk yerleşime geçildiğinde 5 küçük ev kurulmuş Damanhur’da. Kurulduğu günden bu yana ekonomik, sosyal ve kısmen ekolojik sürdürülebilir bir model oluşturulmaya çalışılıyor.

Damanhur felsefesine göre, her insan büyük güçlerin olduğu ruhani sistemin bir parçası. Her birey aynı kutsal yapıyı paylaşıyor. Farkındalık, sahip olunan bu potansiyelin hatırlanmasını sağlıyor. Aydınlanmayla yaşanan bu süreç Damanhurlulara göre reenkarnasyonla tekrarlanıyor.

Burada insanlar birbirlerini farklı isimlerle çağırıyorlar. Damanhur’da yaşayan herkes kendine yakın hissettiği bir hayvanın ismini alıyor. Bu insanın aklına, "Peki aynı ismi benden başkası da alırsa ne olacak?" sorusunu getiriyor. Çözüm gerçekten çok hoş; isim almak isteyen kişi önce birlikte çalıştığı insanlara danışarak bu ismin kendisine uygun olup olmadığını öğreniyor. Olumlu yanıt alırsa o ismi komünde başka kimse kullanamıyor. Kişi, Damanhur sınırları içerisinde hep bu ismiyle çağırılıyor. İsteyen 3-4 yıl sonra bir bitki ismi de seçebiliyor.

Komüne gitmeden önce Damanhur’un eski yaşayanlarından ve federasyonun dış ilişkilerinden sorumlu Lepre ile bağlantıya geçtim. Hasır şapkası ve gülen gözleriyle karşıladı beni tren istasyonunda. O kadar tanıdık ve sıcaktı ki...

Damanhur’da 44 küçük ev, co-housing (ortak paylaşım) sistemiyle yaşıyor. Örmeğin, Lepre’nin evinde yaşayan 13 kişi, tamamen kendi istekleriyle biraraya gelmiş ve yaşamaya karar vermişler. Co-housing ile evde yaşayanlar her ay kazandıkları parayla ortak bir bütçe oluşturuyorlar, yiyecek, temizlik malzemeleri, faturalar gibi sabit masraflar bu bütçeden ödeniyor. Geriye kalan parayı kişisel ihtiyaçlara göre dağıtıyorlar. Her gün bir kişi, İtalya’nın eşsiz mutfağından yemekler hazırlıyor ev arkadaşlarına, bir kişi de temizlik yapıyor. Buffalo ve Lepre’den öğrendiğim kadarıyla, her ne kadar kişi kendi isteğiyle Damanhur’da yaşamayı seçmiş olsa da, bu yapıya alışması zaman alıyor. Damanhur’un felsefesinin "Her şey değişimdir" temeline dayanmasının nedeni sanırım bu.

Damanhur’luların ayrıca kendilerine ait para birimleri, günlük gazeteleri var. Yaşayanların yüzde 80’i Damanhur’da çalışıyor.

Özellikle son dönemde yapılan evlerde; aydınlatmadan, kullanılan yapı malzemesine, boyaya kadar ekolojik ürünler tercih ediliyor. Kullanılan taşların bile bölgeden seçilmesine özen gösteriliyor. Damanhur’da peynir, tekstil fabrikaları vb. yanı sıra farklı kentlere yayılmış ekolojik yapı malzemeleri üreten fabrikaları var.

Modernleşen dünyamızda (!) bir ürünün üretildiği yerden kullanıcıya ulaşıncaya kadar geçirdiği süreç o kadar uzun ve zahmetli ki... Damanhur’daki fabrikaları görünce özlediğim bir şeyleri hatırladım. Çalışanlar da enerjilerini, bir yerden bir yere yetişmek, otobüs, vapur yakalamak ya da trafikle boğuşarak harcamıyorlar.

Evlerde aydınlatma foto voltaiklerle (güneş pilleri) sağlanıyor, daha büyük enerji ihtiyacını karşılamak için solar paneller kullanılıyor. Atık su, biyolojik arıtımdan geçerek sulamada kullanıyor ya da doğaya bırakılıyor. Evlerde atıklar, cam, plastik, kağıt, alüminyum, organik ve diğerleri olarak ayrılıyor. Kullanılan deterjanlar da ekolojik. Bazı ailelerin ekolojik tarım yaptıkları sebze bahçeleri, hatta kümesleri bulunuyor.

Geliştirilen bir modelle, Damanhur’da kalıcı yaşayanlara veya başka bir yerde yaşayarak düzenli ziyaretlerde bulunanlara sunulan farklı vatandaşlıklar var.

Gezme fırsatım olamadı ancak, Damanhur’un 20 yıllık çalışmaların sonunda yerden 4 bin metre aşağıya gizlenmiş, mozaikleri, cam, boyama ve heykelleriyle zengin yeraltı tapınakları olduğunu öğrendim. Bu tapınaklar, sanatçı ve teknik uzmanların desteğiyle on beş yılı aşkın bir sürede inşa edilmiş. Tapınakların kapladığı alan 6 bin m2, en yüksek yeri 70 metre olan uzun koridorları var.

Damanhurlulara göre insanlık, ruhani ve maddi dünyanın bir parçası olarak önemli bir rol oynuyor. Tapınaklar toprak ve yaşayanları arasında onları senkronik çizgilerle bağlayan köprüleri sembolize ediyor. Bu tapınaklar aynı zamanda Damanhur’luların paylaştığı ortak idealin yaratıcılığı ne denli körüklediğini de gösteriyor.

Damanhur’un ilk kurulduğu günden beri korunan "Kutsal Bahçe" olarak adlandırdıkları bir yer var. Bu bahçeye ritüelle giriliyor, özellikle doğal ekosisteminin bozulmamasına çalışılarak Damanhur ruhunun yaşatılması amaçlanıyor.

Damanhur’da pek çok sanatsal çalışma da var; cam ve mozaik atölyelerinde burada yaşayan insanlara da dersler veriliyor. İlk sanatsal çalışmalarına kendi felsefelerine uygun olan ünlü eserleri, tanrıları kopyalayarak başlamışlar. Daha sonra yaratıcılıkları geliştikçe kendi özgün çizgilerini bulmuşlar.

"Yaprak sevince çiçeğe durur

Çiçek sevince meyveye..."*

Damanhur’un anaokulundan başlayarak 8. sınıfa kadar eğitim veren bir okulu da var. İtalya’da çocuklar devlet okullarına ve özel okullara gidebildikleri gibi "evde eğitim" şansına da sahipler. Damanhur’daki okul da evde eğitim sistemine göre çalışıyor. Lepre, okulun ilk öğretmenlerinden. Kendi hazırladıkları müfredatlarını farklı tekniklerle uyguluyorlar. Yasal olarak, çocukların her yıl devletin yaptığı seviye tespit sınavına girmeleri gerekiyor, böylece diğer okullardaki düzeyi yakalayıp yakalamadıkları kontrol ediliyor. Okul tatil olduğu için sadece bir öğretmenle tanışma fırsatım oldu. Bir yandan sınıfını boyuyor, diğer yandan da benimle sohbet ediyordu. Sınıf mevcutlarının az olduğunu, özellikle proje bazlı eğitimi önemsediklerini, var olan Montesorri, High Scope gibi eğitim modellerini harmanlayarak kendilerine özgü bir modeli uyguladıklarını ve ihtiyaçlarına göre geliştirdiklerini aktardı bana. Hayal ettim, binbir çeşit kuş sesini duyabildiğim bu yerde öğretmen olmak nasıl olurdu?..

Üzerinde tanımadığım bilmediğim pek çok dilde "okul" yazan rengarenk bina, yaşadığım evrenin zenginliğini hatırlattı bana. Coğrafyalar, diller, yüzler...

Mitoloji, ilkel insanın inanç sistemine şekil veren ahlaki düzeni oluşturur. Danstır, müziktir, yaşamdır, yaşamla iç içedir... Oysa benim dünyamda savaş var... Acı var... Ne zaman yabancılaştık? Ne zaman ki, doğa üzerindeki egemenliğimiz arttı, doğal yaşam alanlarını, onlarla birlikte yaşayan dostlarımızı, zenginliklerimizi kaybetmeye başladık, işte orada...

"Dün sabaha karşı kendimle konuştum

Ben hep kendime çıkan bir yokuştum

Yokuşun başında bir düşman vardı

Onu vurmaya gittim kendimle vuruştum..." **

Büyük Zen üstadı İkkyu, bin kilometre ötedeki bulutları görebiliyorsa, çamların içinde çalan eski melodiyi duyabiliyorsa, ben de savaş çığlıkları duyuyorum, hissediyorum... İnancımı bir kere daha tazeliyorum, Gandhi’nin barış için açtığı savaşı hatırlayarak başlıyorum güne...

- - - - - - -

Cuma, Ekim 26, 2007

Güzel bir şey olacak mı?

bugünlerde haber okumak istemiyor insan.
ne kadar kötü şeyler oluyor,
şu ülkede güzel birşey görmek çok mu zor?

Salı, Ekim 23, 2007

Bioetanol

Bugünkü Cumhuriyet gazetesinden Bioetanol hakkında bir haberi aşağıya ekliyoruz. Bioetanol konusunda daha önce de yazılar ve çeviriler yayınlamıştık. Özellikle Brezilya'daki bioetonal kullanımı hakkında yaptığımız çevirinin önemli bir bilgi kaynağı olduğunu düşünüyoruz.

- - - - - -

Bioetanol 350 bin aileye ekmek kapısı

Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Hilmi Güler, Ankara'daki Enerji Sempozyumu'nda bioetanolü "milli yakıt'' olarak nitelendirdi

Ekonomi Servisi - Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Hilmi Güler , "Bioetanol Türkiye'de ciddi bir şekilde tutulursa 350 bin aile bundan ekmek yiyecek'' dedi. Bakan Güler, Elektrik Mühendisleri Odası'nca Ankara'da düzenlenen Enerji Sempozyumu'nda, biodizel ve bioetanol konularına özel önem verdiklerini belirterek "Bunu benzin yerine kullanabilirsiniz. Bunu buğdaydan üretebilirsiniz, tarım atıklarından üretebilirsiniz. Bunu yaptığınız takdirde ithal ettiğiniz benzinin yüzde 30'una kadar bunu üretme kabiliyetiniz olur'' diye konuştu.

Türkiye'de bir taraftan yerin altında petrol aranırken kendilerinin de "enerji tarımı'' yla bunu gerçekleştireceklerini ifade eden Güler, "Bunu arabanızın deposuna ister yüzde 5 katın, ister yüzde 10 katın. Yüzde 100'e kadar katabilirsiniz. Pek çok Avrupa ülkelerinde belediye otobüsleri bunu yüzde 100 kullanıyorlar. Hava kirliliğiyle mücadele etmek istiyorsanız bunu kullanacaksınız, cebinizi korumak istiyorsanız bunu yapacaksınız, boş tarım sahalarını kullanmak istiyorsanız bunu yapacaksınız" dedi.

Perşembe, Ekim 18, 2007

Dünya’nın Kalbi Durmasın - Aydilge

Bu sabah yeni bir şarkı dinledim, güzel geldi, hemen not ettim; Aydilge söylüyordu. Kim olduğuna baktım, şarkıyı da buldum.

Sözleri Aydilge'ye ait olan şarkıya Greenpeace destek vermiş. Youtube'da birkaç şarkısı daha var Aydilge'nin, ama ben ilk defa duydum.

Bu adreste kendi sitesi var. Şu adresten de Dünya’nın Kalbi Durmasın şarkısını dinleyebilirsiniz.

Çarşamba, Ekim 17, 2007

Marduk, 2012 ve Ezoterik Bilgiler

Bugün Mert Ulaş'ın BLOG'unda Biraz ısınalım fena mı? başlıklı yazısını okuyunca, uzun zamandır Alternatif Yaşam Planlaması'nda ertelediğimiz bir başlığı eklemenin zamanı geldiğini düşündük.

Ezoterik (içrek) kelimesinin anlamına bakarsak: Belirli bir insan topluluğunun dışında kimseye bildirilmeyen, yalnızca sınırlı, dar bir çevreye aktarılan her türlü bilgi ve öğreti olduğunu görüyoruz. Bâtıni kelimesi de ezoterik ile eşanlamlı bir kelime. Ezoterik bilgilerin kökleri Mu Uygarlığına ve Naacallere kadar uzanıyor. Mu Kıtası ve Uygarlığı hakkında ilk ve en önemli kitapları James Churchward yazmış. Ezoterik bilgileri araştırmaya başlayacak biri için Churchward'ın kitapları doğru bir çıkış noktası olacaktır. Ezoterik bilgiler Mu uygarlığından sonra Atlantis ve Osiris, Mısır ve Hermes okulu, Yahudilik, Antik Yunan ezoterizmi, Hristiyanlık ve İslamiyete kadar gelen tüm öğreti ve dinlerde yer almış. Cihangir GENER'in "Ezoterik-Batıni Doktrinler Tarihi" kitabı ezoterik bilgilerin tarih içindeki yolculuğunu çok doyurucu ve anlaşılabilir bir dille anlatmakta.

Gelelim ezoterik bilgilerin Alternatif Yaşam Planlamasındaki yerine. Bize öğretilen/dayatılan yaşamda kaçımız ezoterik bilgileri araştırdık, sorguladık? Faik Murat olarak ben dört sene öncesine kadar ezoterik bilgilerin hiçbirinden haberdar değildim ve doğal olarak bana ve birçoğumuza dayatılan hayatı sorgulamadan yaşıyordum. Yine karşımıza alternatifsizlik geliyor. Bir yaşam seçeceğiz ama karşımızda tek bir şık var. Amacımız seçeneklerimizi olabildiğince çoğaltmak. Seçim sizin.

Ezoterik bilgileri ve öğretileri okudukça günümüz yaşamının insan doğasına uymadığını, bize huzur getirmeyeceğini fark ediyoruz. Gelin görün ki, ezoterik bilgiler çerçevesinde yeni bir hayat kurgulamaya karar versek, mevcut hayatımız çerçevesinde bunu yapmanın nerede ise imkansız olduğunu fark ediyoruz. Bu noktada Alterantif bir yaşam oluşturmanın gerekliliğini görüyoruz.


Tekrar çıkış noktamıza dönelim. Yandaki tablo 1900-2000 yılları arasındaki sel, deprem, ısı artışları gibi doğal felaketlerin yaşanma sıklığı gösteriyor. Görüldüğü üzere son kırk yılda normal dışı bir artış görünmekte. Mert Ulaş'ın Blogunda değindiği gibi sebep aşırı artan karbon salınımı olabilir. Ama benim aklıma Marduk ve 2012 öngürüleri de geliyor. 2012, değilse 2050, değilse 2100 başlıklı yazımızda Marduk konusuna değinmiştik. Kısa bir hatırlatma adına yazımızdan bir paragrafı aşağıya ekleyelim.

" 2012 ile ilgili bilgiyi çok çok kısa olarak özetlersem:
Güneş sistemimizde modern bilimin bilmediği ama Sümerler, Mayalar, Mısırlılar gibi eski uygarlıklar tarafından bilinen Marduk gezegeni bulunmakta. Marduk gezegeninin görünge süresi 3661 yıl olarak tahmin edilmekte. Marduk 3661 yılda bir Dünya'ya en yakın konuma gelerek görünge geçişine devam ediyor. Marduk'un Dünya'ya yaklaşması sonucu oluşacak çekim kuvvetinden dolayı Dünya'yı yanardağ patlamaları, depremler, su yükselmeleri gibi birçok büyük doğal afetin beklediği tarihsel verilere dayanılarak tahmin edilmekte."

Yukarıdaki felaketler grafiği ile Marduk gezegeni ile ilgili öngörüler örtüşmüyor mu?

Şimdi de biraz komplo teorisi üretelim. Diyelim ki Marduk gezegenin 2012 Aralık ayında geleceği bazı büyük güçler tarafından kesin olarak biliniyor. Ve yine bu büyük güçler, tarihsel verilere göre Marduk'un Dünya'ya yaklaşmasından en az etkilenecek bölgenin Mezapotamya/Ortadoğu olduğunu biliyor. Doğal olarak kendi elit halkını global felaketlerden en az etkilenecek bölgeye, Ortadoğuya yerleştirmek isteyecek. Büyük Ortadoğu Projesine (BOP) bir de bu yönden bakalım. Ya gerçek amaç petrol değilde, 2012 için güvenli bölgede yer kapma hazırlığı ise? Ve bu nedenle Irak'tan sonra, İran, Suriye ve Türkiye'de istikrarsızlık, savaş, kargaşa çıkarmak isteniyor olamaz mı?

Karamsar ve felaket tellalı olmaya gerek yok ama araştırmaları, tarihi bilgileri ve günümüz gerçeklerini dışlamak da devekuşuluk olur.

Bilelim istedim.

Cumartesi, Ekim 13, 2007

Evde Sirke Yapımı


İnternette okuduğum bir bilgiden yola çıkarak evde sirke yapımını denedim. Resim 1 bu bilgi ışığında sirke yapımını denediğim ilk girişim. Hemen sonucunu söyleyeyim, başarısız bir girişim oldu. Resim 2 ve Resim 4 arasındaki resimler başarılı bir sürecin nasıl olması gerektiğini anlatıyor.

İlk sirke yapımı denemem olumsuzlukla sonuçlanınca, yeni ve farklı bir yol ile sirke yapımını denemeye karar verdim. Üzüm suyunu sıktım ve posasından ayırdım. Bir tülbent parçasının içine Resim 2 gördüğünüz miktarda bulgur, nohut, ekmek dışı ve bir adet küp şeker koydum. Tülbent parçasını bir bohça şeklinde toplayıp, ağzını bağladım. Fermantasyonu sağlayacak tülbent bohçayı üzüm suyunun içine koydum.


İçinde tülbent bohça bulunan cam kavanozun ağızını hava alacak şekilde bir tülbent parçası ile bağladım. Cam kavanozu direkt güneş ışığı görmeyen bir yerde sakladım. Birkaç günde bir, kavanozun ağazındaki tülbenti çıkartıp, plastik bir kepçe ile üzüm suyunu karıştırdım ve üzüm suyunun havalanması sağladım.





Fermantasyonun hızlı ilerlediğini düşündüğüm için ikinci haftanın sonunda tülbent bohçayı üzüm suyunun içinden çıkardım. Üzüm suyunun içine beş, altı adet nohut ve bohçaya koyduğum miktadaki bulgurdan daha az miktarda bulgur koydum. Beş hafta sonra sirke istediğim tada ve kokuya ulaşmıştı. Resim 4 de sirke içinde gördüğünüz beyaz doku sirke anası olarak adlandırılan, jelimsi bir tabaka.


Cam kavanozumuzdaki sirkeyi tülbent bezde süzdükten sonra hava almaması için mantar kapaklı bir şişeye koydum. Elde ettiğim sirkenin rengi market raflarında görmeye alıştığımız sirke renginden biraz daha farklı oldu. Keskin bir sirke ama aroması güzel bir sirke.
Benzer bir method ile daha büyük bir kavanoza daha sirke kurdum. Yalnız bu sefer tülbent bohça içine koyduklarıma ek olarak bir diş sarımsak ilave ettim. Sarmısak ilaveli sirke henüz tam olgunlaşmadı ama şimdiden sarmısak kokusuna sahip güzel bir sirke olma yolunda ilerliyor. Büyük kavanozdaki sirke tad olarak daha lezzetli olacak gibi. Olgunlaşacak sirkeden turşu kurmayı düşünüyorum.

Perşembe, Ekim 11, 2007

Kayaköy Sanat Kampı

Alternatif ve sanatla içiçe bir tatil yapmak istiyorsanız Kayaköy Sanat Kampını mutlaka denemelisiniz. Benim henüz gitme şansım olmadı ama ilk fırsatta gidip denemeyi planlıyorum :)

Fethiye Kayaköy'de bulunan bu kamp sayesinde deniz, doğa, tarih ve sanat ile iç içe çok farklı bir tatil geçirebilirsiniz. Çok farklı sanat atölyelerinde farklı farklı sanatları (ritm, seramik, kilim dokuma, resim, rölyef, ebru sanatı, yoga, salsa, ahşap boyama, kabak boyama, drama, vb.) başlangıç düzeyinde öğrenebilirsiniz. Ücretler, konaklama ve ayrıntılı bilgi için kampın sitesini inceleyebilirsiniz.


Yetkili Acentalar
Fethiye Kayaköy Sanat Kampı (Mutlu Ekiz) 0(533) 763 62 73
Fethiye Kayaköy Sanat Kampı (Nihal Ekiz) 0(555) 393 99 21
İstanbul GENCTUR Turizm ve Seyahat Acentasi 0(212) 244 62 30
İstanbul Arnika Turizm Seyahat Acentası 0(212) 245 15 93
Ankara Tempo Turizm 0(312) 428 20 96
İzmir Tırtıl Gezi Klübü 0(232) 465 20 11

Şimdi Okullu Olduk

Dört yıllık bir üniversite mezunu iseniz sınavsız Tarım Programına ve Laborant ve Veteriner Sağlık Programına kayıt hakkınızın olduğunu biliyor musunuz?

Açıköğretim Fakültesi Önlisans programları kapsamında, ikinci üniversite statüsünde Tarım Programına ve Laborant ve Veteriner Sağlık Programına kayıtlar 30 Ekim tarihinde başlıyor. Ders içeriklerini, kayıt şartlarını, harçlara ait bilgileri ilgili programların linkinden ulaşabilirsiniz.

Önlisans eğitimini başarı ile tamamlayanlara Ziraat Mühendisliği ve Veteriner Fakültelerine dikey geçiş hakkı sağlanmakta.

Ben Tarım Programına kayıt yaptırmayı düşünüyorum, eşim de Laborant ve Veteriner Sağlık programına kayıt yaptırmayı düşünüyor.

Hali hazırda dört yıllık bir üniversite mezunu iseniz ve tarım veya hayvancılık konusuna ilgi duyuyorsanız, işte size yeniden okullu olma imkanı.

Çarşamba, Ekim 10, 2007

BUGÜNLER

10. Yıl başlıklı yazımı bitirdim ve mesajlarıma bakmaya başladım. Aşağıdaki mesajı göndermiş arkadaşım. Paylaşayım istedim.


Bugünler...

Kalitemiz ARTTI, keyfimiz AZALDI.
Daha BÜYÜK evlerde ama daha KÜÇÜK ailelerle yaşıyoruz.
Konforumuz ARTTI ama zamanımız DARALDI.
Diplomamız BOL ama sağduyumuz AZ.
Uzmanlıklar ARTTI ama sorunlar ÇOĞALDI.
İlaçlar ÇOĞALDI ama hastalıklar ARTTI.
Sorumsuzca para HARCIYORUZ ama az GÜLÜYORUZ.
Trafikte cok HIZLIYIZ ama çabuk PARLIYORUZ.
Aksam geç YATIYOR, sabah yorgun KALKIYORUZ.
Az kitap OKUYOR, çok televizyon SEYREDİYORUZ.
Varlıgımızı ARTTIRDIK ama değerlerimizi YİTİRDİK.
ÇOK konusuyor ama AZ gönül veriyor ve BOL yalan söylüyoruz.
Para kazanmayı ÖĞRENDİK ama yuva kurmayı BECEREMEDİK.
Hayata yillar EKLEDİK, yıllara hayat KATAMADIK.
Aya kadar gidip donmeyi BİLİYORUZ ama komsumuza uğramak icin karsıya GECMİYORUZ.
Uzaya ULAŞTIK ama ruhun derinliklerine GİTMİYORUZ.
Havayı TEMİZLEDİK ama ruhları KİRLETTİK.
Atomu PARCALADIK, önyargılarımızı YIKAMADIK.
Çok YAZIYOR ama az GELİŞİYORUZ.
Daha çok plan YAPIYOR ama daha az sonuç ALIYORUZ.
ACELE etmeyi öğrendik ama SABIRLI olmayı asla.
Gelirimiz ARTTI, karakterimiz ZAYIFLADI.
Tanıdıklar ÇOĞALDI ama dostlar EKSİLDİ.
Çabalar ARTTI ama mutluluklar AZALDI.
Bilgisayar ağlari KURUYORUZ, bilgi otoyollari YARATIYORUZ ama kendi aramizda iletişimde ZORLANIYORUZ.
"DUNYA BARIŞI" diyoruz, öte yandan durmaksızın SİLAHLANIYORUZ!
Daha MUTLU olmak icin, "SOMURTARAK" calisiriz.

Bugünler...

Eve çift maaşin girdigi, ama çiftlerin boşandıgı,
Kısa seyahatlerin, Kağit mendil gibi ilişkilerin,
Yika çik gönüllerin, Tek geceliklerin,
Kilo dertlerinin ve her derde çare vitaminlerin,
Vitrinlerin, Tribünlerin dolu ama gönüllerin BOŞ OLDUĞU GÜNLER...

10. YIL





Bugün günlük (BLOG) tadında yazmak istiyorum.

Bugün kendi kendine yeten yaşam fikrini sormulamaya başlayışımın 10. yılı. Aslında tam tarihinden emin değilim. Kendi kendine yeten yaşamı ilk sorgulamaya başladığımda askerdeydim. Çocukluk arkadaşım İzzet Çiçek, askerde iken Ona gönderdiğim mektuplardan birini tarayıp bana gönderdi. 10 Ekim 1997 tarihinde yazdığım bu mektupta kendi kendine yeten yaşam arayışımından bahsetmişim. Bu yüzden 10 Ekim tarihini kutlamaya karar verdim. Mektubumdaki özel yerlerin üzerini boyayıp, resimlerini yazıma ekledim. Mektuptaki yazım ve anlatım bozukluğu için kusura bakmazsınız sanırım.

Mektubumdan yaptığım ilk çıkarım. Alternatif Yaşam fikri iş hayatının getirdiği stresden, büyük kent karmaşasından, trafiğinden, hayatın zorluklarından bunalmış birinin dingin ve huzurlu bir hayata kaçış arayışı değil. Henüz sisteme dahil olmamış birinin, görünen köy klavuz istemez misali, gelecekte başına geleceklere karşı direnme arayışı. Bunun için Alternatif Yaşam Planlamasında yazdığımız ilk yazının ilk cümlesi: "Bana dayatılan sistemin, beni her geçen gün daha derine ittiğinin farkındayım." oldu.

Neler geçmiş bu 10 yılda? Neleri başarmışım? Başladığım yerden daha ilerde miyim? Daha geride mi?

Askerden dönünce mektupta bahsettiğim yayla evine yerleşmedim. Yerleşemedim. Askerden geldikten on gün sonra iş bulmuştum. Seveceğim bir işti de. Büyük bir müzik ve kitap mağazasının müdürlüğüne kabul edilmiştim. Severek çalıştım ama mağaza iş yapmayınca kapandı. Başka bir işe girdim ve çalışmaya devam...

On yıl gibi görece kısa bir sürede geldiğimiz bilgi paylaşım imkanları, kendi kendine yeten yaşam arayışımdaki en büyük kazanımım/kazanımımız oldu. 1997 yılında Türkiye'de internet, resimlerin bir, iki dakikada görüntülenebildiği, hattın sık sık koptuğu, dail up düzeyinde idi. Ve Kars/Kağızman'da internet kafe yoktu. Bilgi arayışımı arkadaşlarıma yazdığım mektuplar ile karşılamaya çalışıyordum. Birçoğu delirdiğimi düşünüyordu. Aslına bakarsanız hala birçoğu deli olduğumu düşünüyor.

- Naaber Cevizci? gibi sataşmalara maruz kaldığım oluyor. Neyse...

Yalnız başlayan bir yolculuk. Aileden, yakın çevreden kimsenin katılmadığı (inanmıyorlar, istemiyorlar, gerek görmüyorlar ki katılsınlar) bir yolculuk.

Henüz bir yaşında olan Alternatif Yaşam Planlaması BLOG'u sayesinde aynı yolda yürüyen arkadaşları, yolu tamamlayıp Alternatif Yaşamlarını oluşturan kişileri buldum.

Geçen on senede, özellikle Alternatif Yaşam Planlamasında yazmaya başladıktan sonra, gerek teorik, gerek pratik önemli bilgi birikimi sağladığımı düşünüyorum. Ve fakat bilmek, yapabilmeyi sağlamıyor. Maddi, ailevi, çevresel birçok engel var yapabilmek için.

.
.
.

Çocuklar inanın, inanın çocuklar
Güzel günler göreceğiz, güneşli günler

Çarşamba, Eylül 26, 2007

YAKUP Türkiye'yi Temsil Ediyor...


Bu ay başında yazdığımız yazı ile YAKUP'un MTV müzik ödüllerine adaylığını size duyurmuştuk. Hepimizin desteği ile YAKUP MTV Türkiye elemelerini birinci tamamladı ve Türkiye'yi temsil etme hakkı kazandı.
Türkiye finalinden birinci çıkan Yakup; Danimarka, Estonya, Finlandiya, Fransa, Almanya, İtalya, Letonya, Litvanya, Norveç, Hollanda, Polonya, Portekiz, Romanya, İspanya, İsveç ve İngiltere ile Avrupa'nın en iyi yeni sesi olmak için yarışacak.

Yakup grubu gitaristi Ceki Levikatan'dan aldığım mesajı aşağıya ekliyorum.

Desteğinizi bekliyoruz.

- - - - -
Herkese hayırlı olsun, bizim için heyecanlı bir süreç başlıyor.

Oy verme adresimiz: http://ema.mtv.com.tr/nsoe /voteNow#, bir seferde 10 oy VEREBİLİYORSUNUZ AMA CNTR+N YAPARAK YENİ AÇILAN SAYFADA OY VERMEYE DEVAM EDEBİLİRSİNİZ

Bir önceki etap gösterdi ki ortak çabamız işe yaradı ama sanıyorum bu etapta daha da gayretli olmamız gerekecek, bana artık Münih'e gitmek eskisi kadar ütopik görünmüyor.

Lütfen bu mail'i dağıtın ve parmakları biraz çalıştırın. http://www.aura.com.tr/aura/prod/haber.asp?hid=7086744#1 bu linke tıklayarak gideceğiniz web sitemizdeki metnin tamamını okursanız ikinci etap oylamanın nasıl işleyeceğini, elemelerin ne zaman başlayacağını, sonucunda ne olacağını falan görebilirsiniz.

Herkese şimdiden çok teşekkürler

Ceki

- - - - - - - - -

Cuma, Eylül 21, 2007

Yakabağ Evi (Yakabagh)

Evde Pekmez Yapımı yazımızdan sonra Alternatif Yaşam Planlaması yazarları olarak kendi aramızda yaptığımız yazışmalarda Nar Ekşisi üzerine araştırma yapmaya karar verdik. "Nar ekşisi yapımı" arama kelimeleri ile araştırmaya başladım. Neye niyet? neye kısmet? Yakabağ Evi'ni buldum.

Arama kelimelerim beni Yakabağ Evi web sayfasının Aktiviteler bölümü altındaki Çiftlikte sayfasına attı. Yakabağ Evi web sayfalarının tamamını okudum. Hayran kaldım. Alternatif Yaşam Planlaması'nın hayata geçecek halinin Yakabağ Evi'ne benzeyeceğini düşünüyorum. Yakabağ Evi'ne misafir olarak gidebiliyorsunuz, misafirliğiniz boyunca sezona bağlı üretim aktivitelerine (salça, tarhana, şarap, "nar ekşisi yapımı", zeytin, zeytinyağı gibi) ve sezon haricinde tüm yıl süren aktivitelere(yoğurt, peynir, pide gibi) katılarak nasıl yapıldığını uygulayarak, görerek öğreniyorsunuz.

Çok fazla söze gerek yok, Yakabağ Evi web sayfası doyurucu içeriği ile size neler verebileceğini anlatıyor.

İlk fırsatta Yakabağ Evi'ni ziyaret edeceğiz.

Pazartesi, Eylül 17, 2007

Evde Pekmez Yapımı

BLOG'umuzu takip edenlerin bildiği üzere İzmir'de şehirdışında yaşıyorum. Neden şehirdışında yaşadığım konusunda bir yazı yazmıştım. Bu sene üzüm üzerine denemeler yapmaya karar verdim.
Pekmez, beslenmemiz için önemli ve faydalı bir besin. Peki, evde pekmez nasıl yapabiliriz?
a) Üzümün suyunu sıkar, şurup kıvamına gelinceye kadar kaynatırız, pekmez olmuş olur.
b) Üzümün suyunu sıkar, şeker ilave eder, şurup kıvamına gelinceye kadar kaynatırız, pekmez olmuş olur.
c) Üzümün suyunu sıkar, toprak ilave eder, şurup kıvamına gelinceye kadar kaynatırız, pekmez olmuş olur.

Sizce doğru cevap hangisi?

Pekmez tatlı bir besin olduğuna göre şeker ilave edip kaynatmak mantıklı gibi değil mi?
Şekere gerek yok üzüm suyu zaten tatlı, yeteri kadar kaynarsa pekmez olur cevabı da mantıklı.
Toprak ilave edip kaynatmak mı? Ne alaka?
a) şıkkı yada b) şıkkı %50 şans deyip sallanabilir.

AMA doğru cevap c) şıkkı.

Zehra Teyze ( komşum ) ile ceviz sucuğu (Pekmez yapımında elde edilen ikinci aşama üzüm suyu kaynarken içine un ve nişasta atılarak biraz daha kaynatılır. Koyulaştığında ateşten alınır. Elde edilen sıcak bulamaca,taze cevizlerden ipe dizilen bağlar batırılır ve sırığa asılır) yapmaya karar verdik. Komşumun bahçesindeki sofralık değeri olmayan üzümleri topladım. Yıkadım, salkımlardan taneleri ayırdıktan sonra katı meyve presinde suyunu çıkardım. 25-30 litre kadar üzüm suyunu pekmez sucuğu yapması için Zehra Teyze'ye verdim. Üzüm suyunu verirken nasıl pekmez yapacaksın diye Zehra Teyze'ye sordum. Masanın üzerindeki torbayı göstererek,
- Toprak ile mayalayacağım dedi. "Toprak ile mayalamak" mı? diye düşündüm torbaya bakarken.
- Evet, dedi Zehra Teyze. Masanın üzerindeki poşeti aldı, içindeki beyaz toprağı gösterdi bana.
- Emin misin? dedim (30 yaşına kadar olan hayatını şehirde/apartmanda yaşamış biri olarak şaşırmam normal, itiraf edin sizde şaşırdınız...)
- Tabii eminim, benim çocukluğum bağda geçti.
- İyi, yarın internette bir araştırayım dedim. (Bende internet manyağı mı oluyorum? En azından ben bilgi aramak için interneti kullanıyorum.)

İnternette Pekmez yapımı hakkında bilgi aradım ve çok güzel, detaylı bir kaynak buldum. Evet, pekmez yapımında toprak kullanılmaktaydı. Bulduğum kaynaktan konu ile ilgili bölümü aşağıya ekliyorum.

" Üzüm şırasındaki asitliği başta tartarik asit olmak üzere malik asit ve az miktarda da sitrik asit oluşturur. Ortalama olarak litrede 5g olan bu asitlerin tatlı pekmez üretebilmek için belirli düzeyin altına indirilmesi gerekir. Asit giderici olarak çeşitli yörelerde, değişik bileşim gösteren ve pekmez toprağı denilen toprak kullanılmaktadır. Kireci fazla, rengi beyaz veya beyaza yakın topraklar bu amaçla kullanılmaktadır. Pekmez toprağı aynı zamanda durultmanın sağlanmasında da etkili olmaktadır. Kullanılacak toprak miktarı değişik olabilmektedir. Bu amaçla 100 kg taze üzüm şırasına 0.1-1.0 kg arası toprak (Yazıcıoğlu ve Gökçen, 1976; Kayahan, 1982) veya 100 litre şıranın asitliğini %0.1 düzeyinde azaltmak için 66g teknik kalsiyum karbonat (CaCO3) ilave edilmelidir (Ekşi, 1986; Cemeroğlu, 1982). Toprağın şıraya etkisini kolay ve çabuk sağlamak, mayaların faaliyetini önlemek ve durultmayı hızlandırmak için üzüm şırası kuvvetli yanan bir ocak üzerinde bir taşım kaynatılır ki buna şıranın kestirilmesi denir. Kestirme sonrasında şıra dinlenmeye bırakılır ve 5-6 saat sonra tortunun kabın dibine çöktüğü görülür. Uygulamada genellikle bir gece beklenerek işlem gerçekleştirilmektedir (Gökçe ve Çizmeci, 1965). Bu bekleme süresi sonunda berrak kısım tortudan ayrılır ve berrak şıra elde edilir."

Eveet, artık bende pekmez yapmayı deneyebilirim.

Arka bahçemdeki üzümlerden bir miktar topladım ve suyunu sıktım. 2.750 ml üzüm suyu elde ettim.

Öğrendiğim üzere, toprak yerine Kalsiyum karbonatta kullanılmakta, yanlış hatırlamıyorsam kalsiyum karbonat ile kabartma tozu aynı şey. Evde kabartma tozu var ama ben tamamen dogal olması için evimin yukarısındaki ormanlık araziye gittim. (Şehirdışında yaşamanın faydaları) Beyaz, kireçli topraktan bir miktar aldım.


Resim 1 : Toprak parçalarını bir tülbent parçasına koydum ve tülbenti bir kese olacak şekilde bağladım.

Resim 2 : Toprak kesesini üzüm suyunun içine koydum, ve kaynatmaya başladım.

Resim 3 : Bir taşım kaynattığım üzüm suyu içinden toprak kesesini aldım ve üzüm suyunu dinlenmeye bıraktım.







Tekrar internet üzerinden bulduğumuz tarife dönelim ve bu aşamadan sonra neler yapmamız gerektiğine bakalım.

" Elde edilen berrak şıranın koyulaştırma işlemi 15-18cm derinliğinde ve 70-80 cm çapındaki bakır leğenlerde yapılır. Berrak şıradan 45 litre alınıp bakır leğene aktarılır ve leğen ocağın üzerine yerleştirilir. Şıra kaynarken devamlı karıştırılır ve savrulur. Böylece buharlaştırma işlemine yardımcı olunur ve kabın dibinde yanıkların oluşması önlenir. Karıştırma sırasında şıra yüzeyinde oluşan kirli köpükler alınır. Koyulaştırmanın yeterliliği pratik olarak, koyulaşan pekmezden tahta kaşıkla alınan örneğin yavaşça akıtılması ile damlaların bir noktadan değil de yan yana iki yerden damlaması ile anlaşılır(Gökçe ve Çizmeci,1965)."


Toprak ile kaynatma işleminden sonraki gece kesilmiş üzüm suyunu süzdüm ve tortudan ayırdım. Kalan üzüm suyunu yukarıda belirtildiği şekilde karıştırarak kaynattım. Bir saat kadar kaynattıktan sonra Resim 4 de gördüğümüz miktarda pekmez elde ettim. Tadı çok lezzettli. 2.750 ml üzüm suyundan yaklaşık 500 ml pekmez elde ettim.

Böylelikle ev ortamında pekmez üretmeyi başardım. Önümüzdeki sene daha büyük miktarda üzüm ile odun ateşinde pekmez yapacağım.

"Evde Sirke Yapımı" üzerine yazacağım yazıyı yakında eklemeyi düşünüyorum. Hali hazırda sirke kavanozlarında fermantasyon süreci devam ediyor. Sirkeler hazır olduğunda süreci anlatan yazı ve resimleri ekleyeceğim.

FAİK MURAT NOTU : Pekmez yapımı ile ilgilenlerin bu yazının yorumlarını da okumalarını tavsiye ederim.

25 Temmuz 2012 NOTU : Üzün suyunu hiçbir işlem yapmadan kaynatırsanız ne olur merak ediyorsanız, Üzüm Macunu - Üzüm Marmelatı yazımı okuyabilirsiniz.

Perşembe, Eylül 13, 2007

Kaz Dağları, Antepfıstığı ve İmece Evi Ziyareti



Geçen hafta Cuma günü iş çıkışında ani bir karar ile Ayvalık’a gittik. Ayvalık'ta Yalı Pansiyon’da kaldık. Yalı pansiyonda kalmak; çok uzun zamandır görmediğimiz bir aile büyüğünün evine gitmek gibiydi. Alıştığımız otel yada pansiyon konaklama alışkanlığından çok farklı bir deneyim Yalı Pansiyonda kalmak. Yalı Pansiyon 1 Ekime kadar açık.

Cumartesi günü Sarımsaklı Plajlarına gitmeyi planlıyorduk ama hava denize girilemeyecek kadar soğuktu. İmece Evi'ne gitmeye karar verdik. Çanakkale yolunda, Kaz Dağlarının içinden geçen yolda ilerledik. Nusratlı Köyü civarında, yol kenarındaki, köy pazarında durduk.
Pazar tezgahlarına bakarken taze antepfıstığı gördüm. Antep, Adana, Mersin bölgesinde seyyar satıcılar taze antepfıstığı satarlar ama Kaz Dağlarında taze antepfıstığı görmek beni şaşırttı. Satıcıya taze antepfıstığını nereden temin ettiğini sordum.
- Ben yetiştiriyorum dedi.
- Burada mı yetiştiriyorsun dedim.
- Evet dedi.
Demek ki Kaz Dağlarında da antepfıstığı yetiştirilebiliyormuş. Pazarda, cevizi yeşil dış kabuğundan temizleyen bir başka satıcı ile karşılaştım. Nusratlı Köyü civarında ceviz ağaçları varmış ama aşılı ceviz ağaçları olmadığı için verimi çok fazla değilmiş. İmece Evi'ni sordum.
- Assos yoluna girmeniz lazım dedi.

Çanakkale yolundan Assos yoluna döndük ve İmece Evi'ni bulduk. İsmail Bey bir köy yemeğinde olduğu için İmece Evi'nde değildi. İzin isteyip İmece Evi'ni gezdik. Saman Ev inşaatını inceledik. Sahilde denize karşı pedal çevirerek elektrik üretebilen bisikleti görünce yıllar önce izlediğim bir belgesel aklıma geldi. Tropikal bir adaya yerleşen eski bir bisikletçi evdeki herşeyi pedallar ile çalıştırıyordu. Çamaşır makinası, kuyudan suyun çekilmesi, elektrik üretilmesi pedal çevirilerek yapılıyordu. Pedal çevirerek ve farklı büyüklükteki çarklar ile basit makinalar yapmak bizim de üzerinde kafa yorduğumuz bir konu. Az güç ile fazla verim almabilmek için pedallara bağlı olan ana çarkın, alışkın olduğumuz bisiklet ana çarkından daha büyük olması gerecek. İmece Evi projesi için desteğimizi ve İsmail Bey'e selamlarımızı ilettikten sonra bir sonraki İmece Evi ziyaretimizde İsmail Bey ile tanışıp, uzun uzun konuşabilmek dileği ile İmece Evin'den ayrıldık.

Edremit Körfezindeki beldelere yaptığımız gezimiz keyifliydi, sırada Ödemiş ve Tire çevresine yapacağımız gezi var.

Uzun lafın kısası; Ege'de olmak güzel...